Macellaio(Kasap)
Member
- Joined
- Dec 20, 2020
- Messages
- 231
Mısır dini, yaklaşık iki bin yıldır Batı'nın ilgisini çekmektedir. Yerel halklar atalarının inançlarına güvenlerini kaybettiklerinde Mısır'ın "bilge rahipleri"ne yönlendiler ve "Mısır'ın bilgeliğin"ne duyulan hürmet, bütün pagan dinlerin çöküşünden sonra bile varlığını korudu. Bu hayranlık, Napolyon'un Mısır seferinin bir zamanlar Nil Nehri'nin kıyılarında gelişen olağanüstü medeniyetin azametini ortaya çıkarmasıyla dikkate değer bir şekilde arttı. Bu yüzden günümüzde pek çok insana bir Mısır tapınağı, dini mistisizm için çok uygun bir mabet olarak gözükmektedir. Ayrıca insan zihninin en derin düşüncelerinin ve en iyi ahlakın, dikilitaşların veya sfenkslerin üzerindeki groteks (Bir araya gelmeyecek durumları ilginç bir şekilde birleştirerek abartılı güldürme tarzının adı olan grotesk) hiyerogriflerinde saklı olduğu düşünülmektedir.
Bununla birlikte bu yaygın etkinin temelini oluşturan iki düşünce de oldukça yanlıştır. Bunlardan ilki, bir milletin böylesine muhteşem ve çok yönlü bir medeniyeti tesis eden dini düşüncesinin, mimaride, sanatta ve benzer alanlarda ortaya konulmuş olanlarla paralellik arz ettiğini ima etmektedir. Bununla birlikte bu aşırı saygının başlıca sebebi, klasik paganizmin mesnetsiz önyargısıdır. Günümüz okült ve teologlarının bu inanca körü körüne kıymet verilmesine karşı dikkatli olması gerekiyor. Zira bu hürmet büyük ölçüde, aşırı tutuculuğuyla birlikte akılla kesinlikle bağdaşmayan Mısır dinine dayanmaktadır. Paganizm'in yok olma endişesi bile çok sayıda tanrıyı ve onların çelişkili işlevlerini mantıklı bir sisteme girmeye zorlayamadı veya Mısır inancının hayvanlara tapınmak gibi taraflarına makul açıklamalar getiremedi. Çünkü bu esasında bir ibrahimi yalanıdır ve tamamen antik kökenleri karalama uğruna yapılmıştır. Hristiyan misyonerleri ise bu özellikleri, ahmaklığın en somut örnekleri veya kafir öğretilerinin "şeytani" çılgınlığı olarak görürler. Ancak anlaşılmazlık her zaman dini zihinlere oldukça cazip gelmiştir. Ayrıca ilk Hristiyan savunucularının bu inancı makul hale getirmek için yaptıkları çağrılar, binlerce yıldır yerel gelenekler tarafından destek görmeyen Nil Vadisi'nin dışındaki bölgelerde bile Isis ve Osiris inancını tümüyle güçbela ortadan kaldırabildi. Mısırlıların dinlerini makul bir sistem içerisine sokma konusunda tamamıyla aciz oluşları, Hristiyanlık sonrası Romalılara, onların derin bir gizem içerisinde olduklarını en iyi gösteren kanıt olarak gözükmüş olabilir. Din tarihi disiplini geliştikten sonra bile bilim insanları ve bilhassa arkeologlar, Mısır dinini tarafsızca incelemediler. Bunun yerine sürekli ona gereğinden fazla değer biçmeye çalıştılar. Elbette modern bir araştırmacı tüm bu saçmalıkları fevkalade derin bir mistiklik olarak görme ve pek çok belirsizliğinden dolayı Mısır dinini, tüm dini sistemin tepesine yerleştirme eğiliminde olmayacaktır. Yine de bilim insanları bu dinin kabalığını gerçekmiş gibi ele almakta tereddüt ettiler ver Mısırlıların yüklendiğinden daha gizli bir anlam bulmaya çalıştılar.
İlk Mısır bilimciler, Mısır dinini açıklama uğraşına girişmeye cesaret edemediler. Hiyeroglif metinleri yalnızca yarım yamalak anlayabildiler. Bu metinleri ilk deşifre eden J. F. Champollion ve Sir J. G. Wilkinson tanrıların tasvirlerini toplamaktan daha fazla bir şey yapmadı. R. Lepsius metinlerin özel bölümlerini araştırmak için ilk zayıf girişimlerde bulundu. Fransız Mısır bilimi okulunun ilk temsilcileri, Champollion-Figeac, E. De Rouge ve P. Pierret, firavun dinini bir tür tektanrıcılık olarak açıklayama çalıştılar. Bu sonucu, oldukça tuhaf bir şekilde "Ulu kişi, benzersiz veya ebedi" gibi sıfatlardan çıkardılar. Oysa bu unvanlar çok sayıda farklı tanrı için kullanılmaktaydı. Onlara göre saf bir tektanrıcılık, sembolik bir çoktanrıcılığın dış görünüşü altında gizlenmiştir. Bu inancın kökleri bütün bu farklı tanrıların gerçekte yalnızca aynı yüce varlığın değişik tezahürleri olduğuna dayanmaktadır. Böylesi manzaralara bazı anıtlarda rastlandığı da bir gerçektir. Ancak bunları genel bir düşünce veya Mısır dininin aslı olarak görmek tamamıyla hatalıdır. Buna ek olarak dini metinler belirli bir süreç içerisinde keşfedilmiştir. İlgili belgelerin eksiliğiyle doğru orantılı olarak din kendisini ham ve çoktanrıcı bir şekilde göstermektedir. Yani daha eski metinlerde ileri sürülen dini görüşler daha kabataslak ve daha bayağıdır. Çoktanrıcılık veya söylendiği gibi tektanrıcılıkla ilgili bütün bölümler yalnızca, Mısır düşüncesindeki gelişiminin oldukça geç dönemlerini yansıtmaktadır. Dahası bunlar, bir kaç ileri görüşlü düşünürün veya şairin istisnai çabalarıydı ve geniş kitlelerin inancını etkilememişti. Son olarak bütün bunlar halen gerçek bir tektanrıcılıktan veya sistemli bir çoktanrıcılıktan oldukça uzaktır.
İlk nesil bilim insanlarından Mısır dinini savunucuları arasında yer alan H. K. Brugsch, Mısır dinini aslında çoktanrıcı olduğunu göstermek için özel bir hevesle çalışmıştır ancak onun çalışmaları ikna edicilikten oldukça uzak kabul edilmiştir. Brugsch teorisini savunmak için, çeşitli ilahların geç dönem Mısırlıların yaptığından bile daha cesur tanımlamalar yardımıyla ilahi ilkeyi sekiz ya da dokuz kozmik güç halinde incelemek zorunda kalmıştır. Daha öncesinde Le Page Renouf, ilk dini metinlerin keşfiyle örtüşmeyecek bir şekilde bir Pantheon'un evrensel özelliklerini vurgulamıştır. Yine de daha öncesinde Lepsius, Mısır çoktanrıcılığını güneşle ilgili bir tektanrıcılığın veya Henoteizm'in (Bir tanrıya inanırken diğer tanrıların da varlığını kabul etme görüşü.) bozulması olarak yorumlamaya çalışmıştır. Böylelikle ilk Fransız bilim insanları ile daha sonraki araştırmacılar arasında bir pozisyon almıştır. Aynı şekilde yalnızca daha karmaşık kuramsal bir gelişmeyi göz önünde bulunduracak J. Lieblein da bahsi geçen bozulmaya vurgu yapmıştır. Ayrıca bazı benzer teoriler, Mısır çoktanrıcılığının kısmen tektanrıcılıktan veya Henoteizm'den geliştiği görüşünü savunarak veya bütün tanrılara evrensel bir köken bulmak gibi yanlış bir eğilimle hareket ederek en modern yazarlardan daha nüfuzlu olmaya devam etmektedir. Ancak tekrardan belirteyim ki daha sofistike düşüncenin bazı öğeleri metinlerden derlenebilir osla bile bu dağınık izler ne Mısır inanç sisteminin ilk şeklinde M.Ö. 3000 tarihinden önceki metinlerden şimdi okunabildiği gibi dokunmaktadır ne de bunlar Mısır tarihinin son dönemlerdeki kitlelerin dinine etki etmiştir. Ne kadar geriye gidersek rastladığımız fikirler de o kadar ilkelleşmektedir. Bu ham düşünceler her daim Mısır'ın gerçek inancını temsil eden bir kapsamda, insanların dini anlayışlarında baskın olmuştur.
Mısır dininin esas hamlığını anlamaya yönelik ilk adım, R. Pietschmann'ın bu inancın kökenini Orta Afrika'nın saf animizmi ve fetişizmiyle tamamen paralel kabul etmeyi teklif etmesiyle 1878 yılında atılmıştır. Pietschmann aynı zamanda, dünyanın her yerinde böylesi bir dinin büyük ölçüde sihirli bir özellik kazanmak zorunda olduğunu göstermiştir. Bu adımın etkisi çok büyük olmuştur. Her ne kadar bu fikir çok sayıda itirazla karşılanmış olsa ve halen bazı önyargılı bilin insanları ve bilim dünyasından olmayan pek çok kimse tarafından reddediliyor olsa da din çalışmalarında bu konu hakkında şu anda geçerli olan teorilerin gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu teorinin yayılmasında en çok gayret gösteren yazar, G. Maspero'dur. Maspero'nun çalışmaları, bu inançların kapsamlı bir tasvirini hiçbir zaman yapmamış olmasına rağmen Mısır dini hakkında doyurucu bir bilginin veya anlayışın oluşmasında öncü olmuştur.
Mısır dini hakkında böylesi basit bir görüşe karşı kalıplaşan bu itiraz, Mısırlıların kurmuş olduğu medeniyetle oldukça zır düşmektedir. Maspero'nun cesurca ifade ettiği gibi, antik Doğu'nun en gelişmiş halkı, yani yalnızca greklerden hüner açısından aşağı olan bir millet için, dinin bazı siyahi barbar kabileler için olduğu kadar anlamlı olması mümkün müdür? Bununla birlikte medeniyetin gelişimi dini düşünceyle nadiren paralellik arz eder. Sözgelimi muhteşem Çin medeniyeti, yerel dininin sın derece ilkel özelliğiyle tamamen çelişmekteydi. Diğer taraftan bu din yayılmadan önce, sanat ve bilim önemsiz bir yer tutmaktaydı. Hepsinden önemlisi din, dünyanın her yerinde az çok eski geleneklerin denetimi altındadır ve bunların temellerini inançlarda ve eski zamanların adetlerinde aramaktadır.
Bununla birlikte bu yaygın etkinin temelini oluşturan iki düşünce de oldukça yanlıştır. Bunlardan ilki, bir milletin böylesine muhteşem ve çok yönlü bir medeniyeti tesis eden dini düşüncesinin, mimaride, sanatta ve benzer alanlarda ortaya konulmuş olanlarla paralellik arz ettiğini ima etmektedir. Bununla birlikte bu aşırı saygının başlıca sebebi, klasik paganizmin mesnetsiz önyargısıdır. Günümüz okült ve teologlarının bu inanca körü körüne kıymet verilmesine karşı dikkatli olması gerekiyor. Zira bu hürmet büyük ölçüde, aşırı tutuculuğuyla birlikte akılla kesinlikle bağdaşmayan Mısır dinine dayanmaktadır. Paganizm'in yok olma endişesi bile çok sayıda tanrıyı ve onların çelişkili işlevlerini mantıklı bir sisteme girmeye zorlayamadı veya Mısır inancının hayvanlara tapınmak gibi taraflarına makul açıklamalar getiremedi. Çünkü bu esasında bir ibrahimi yalanıdır ve tamamen antik kökenleri karalama uğruna yapılmıştır. Hristiyan misyonerleri ise bu özellikleri, ahmaklığın en somut örnekleri veya kafir öğretilerinin "şeytani" çılgınlığı olarak görürler. Ancak anlaşılmazlık her zaman dini zihinlere oldukça cazip gelmiştir. Ayrıca ilk Hristiyan savunucularının bu inancı makul hale getirmek için yaptıkları çağrılar, binlerce yıldır yerel gelenekler tarafından destek görmeyen Nil Vadisi'nin dışındaki bölgelerde bile Isis ve Osiris inancını tümüyle güçbela ortadan kaldırabildi. Mısırlıların dinlerini makul bir sistem içerisine sokma konusunda tamamıyla aciz oluşları, Hristiyanlık sonrası Romalılara, onların derin bir gizem içerisinde olduklarını en iyi gösteren kanıt olarak gözükmüş olabilir. Din tarihi disiplini geliştikten sonra bile bilim insanları ve bilhassa arkeologlar, Mısır dinini tarafsızca incelemediler. Bunun yerine sürekli ona gereğinden fazla değer biçmeye çalıştılar. Elbette modern bir araştırmacı tüm bu saçmalıkları fevkalade derin bir mistiklik olarak görme ve pek çok belirsizliğinden dolayı Mısır dinini, tüm dini sistemin tepesine yerleştirme eğiliminde olmayacaktır. Yine de bilim insanları bu dinin kabalığını gerçekmiş gibi ele almakta tereddüt ettiler ver Mısırlıların yüklendiğinden daha gizli bir anlam bulmaya çalıştılar.
İlk Mısır bilimciler, Mısır dinini açıklama uğraşına girişmeye cesaret edemediler. Hiyeroglif metinleri yalnızca yarım yamalak anlayabildiler. Bu metinleri ilk deşifre eden J. F. Champollion ve Sir J. G. Wilkinson tanrıların tasvirlerini toplamaktan daha fazla bir şey yapmadı. R. Lepsius metinlerin özel bölümlerini araştırmak için ilk zayıf girişimlerde bulundu. Fransız Mısır bilimi okulunun ilk temsilcileri, Champollion-Figeac, E. De Rouge ve P. Pierret, firavun dinini bir tür tektanrıcılık olarak açıklayama çalıştılar. Bu sonucu, oldukça tuhaf bir şekilde "Ulu kişi, benzersiz veya ebedi" gibi sıfatlardan çıkardılar. Oysa bu unvanlar çok sayıda farklı tanrı için kullanılmaktaydı. Onlara göre saf bir tektanrıcılık, sembolik bir çoktanrıcılığın dış görünüşü altında gizlenmiştir. Bu inancın kökleri bütün bu farklı tanrıların gerçekte yalnızca aynı yüce varlığın değişik tezahürleri olduğuna dayanmaktadır. Böylesi manzaralara bazı anıtlarda rastlandığı da bir gerçektir. Ancak bunları genel bir düşünce veya Mısır dininin aslı olarak görmek tamamıyla hatalıdır. Buna ek olarak dini metinler belirli bir süreç içerisinde keşfedilmiştir. İlgili belgelerin eksiliğiyle doğru orantılı olarak din kendisini ham ve çoktanrıcı bir şekilde göstermektedir. Yani daha eski metinlerde ileri sürülen dini görüşler daha kabataslak ve daha bayağıdır. Çoktanrıcılık veya söylendiği gibi tektanrıcılıkla ilgili bütün bölümler yalnızca, Mısır düşüncesindeki gelişiminin oldukça geç dönemlerini yansıtmaktadır. Dahası bunlar, bir kaç ileri görüşlü düşünürün veya şairin istisnai çabalarıydı ve geniş kitlelerin inancını etkilememişti. Son olarak bütün bunlar halen gerçek bir tektanrıcılıktan veya sistemli bir çoktanrıcılıktan oldukça uzaktır.
İlk nesil bilim insanlarından Mısır dinini savunucuları arasında yer alan H. K. Brugsch, Mısır dinini aslında çoktanrıcı olduğunu göstermek için özel bir hevesle çalışmıştır ancak onun çalışmaları ikna edicilikten oldukça uzak kabul edilmiştir. Brugsch teorisini savunmak için, çeşitli ilahların geç dönem Mısırlıların yaptığından bile daha cesur tanımlamalar yardımıyla ilahi ilkeyi sekiz ya da dokuz kozmik güç halinde incelemek zorunda kalmıştır. Daha öncesinde Le Page Renouf, ilk dini metinlerin keşfiyle örtüşmeyecek bir şekilde bir Pantheon'un evrensel özelliklerini vurgulamıştır. Yine de daha öncesinde Lepsius, Mısır çoktanrıcılığını güneşle ilgili bir tektanrıcılığın veya Henoteizm'in (Bir tanrıya inanırken diğer tanrıların da varlığını kabul etme görüşü.) bozulması olarak yorumlamaya çalışmıştır. Böylelikle ilk Fransız bilim insanları ile daha sonraki araştırmacılar arasında bir pozisyon almıştır. Aynı şekilde yalnızca daha karmaşık kuramsal bir gelişmeyi göz önünde bulunduracak J. Lieblein da bahsi geçen bozulmaya vurgu yapmıştır. Ayrıca bazı benzer teoriler, Mısır çoktanrıcılığının kısmen tektanrıcılıktan veya Henoteizm'den geliştiği görüşünü savunarak veya bütün tanrılara evrensel bir köken bulmak gibi yanlış bir eğilimle hareket ederek en modern yazarlardan daha nüfuzlu olmaya devam etmektedir. Ancak tekrardan belirteyim ki daha sofistike düşüncenin bazı öğeleri metinlerden derlenebilir osla bile bu dağınık izler ne Mısır inanç sisteminin ilk şeklinde M.Ö. 3000 tarihinden önceki metinlerden şimdi okunabildiği gibi dokunmaktadır ne de bunlar Mısır tarihinin son dönemlerdeki kitlelerin dinine etki etmiştir. Ne kadar geriye gidersek rastladığımız fikirler de o kadar ilkelleşmektedir. Bu ham düşünceler her daim Mısır'ın gerçek inancını temsil eden bir kapsamda, insanların dini anlayışlarında baskın olmuştur.
Mısır dininin esas hamlığını anlamaya yönelik ilk adım, R. Pietschmann'ın bu inancın kökenini Orta Afrika'nın saf animizmi ve fetişizmiyle tamamen paralel kabul etmeyi teklif etmesiyle 1878 yılında atılmıştır. Pietschmann aynı zamanda, dünyanın her yerinde böylesi bir dinin büyük ölçüde sihirli bir özellik kazanmak zorunda olduğunu göstermiştir. Bu adımın etkisi çok büyük olmuştur. Her ne kadar bu fikir çok sayıda itirazla karşılanmış olsa ve halen bazı önyargılı bilin insanları ve bilim dünyasından olmayan pek çok kimse tarafından reddediliyor olsa da din çalışmalarında bu konu hakkında şu anda geçerli olan teorilerin gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu teorinin yayılmasında en çok gayret gösteren yazar, G. Maspero'dur. Maspero'nun çalışmaları, bu inançların kapsamlı bir tasvirini hiçbir zaman yapmamış olmasına rağmen Mısır dini hakkında doyurucu bir bilginin veya anlayışın oluşmasında öncü olmuştur.
Mısır dini hakkında böylesi basit bir görüşe karşı kalıplaşan bu itiraz, Mısırlıların kurmuş olduğu medeniyetle oldukça zır düşmektedir. Maspero'nun cesurca ifade ettiği gibi, antik Doğu'nun en gelişmiş halkı, yani yalnızca greklerden hüner açısından aşağı olan bir millet için, dinin bazı siyahi barbar kabileler için olduğu kadar anlamlı olması mümkün müdür? Bununla birlikte medeniyetin gelişimi dini düşünceyle nadiren paralellik arz eder. Sözgelimi muhteşem Çin medeniyeti, yerel dininin sın derece ilkel özelliğiyle tamamen çelişmekteydi. Diğer taraftan bu din yayılmadan önce, sanat ve bilim önemsiz bir yer tutmaktaydı. Hepsinden önemlisi din, dünyanın her yerinde az çok eski geleneklerin denetimi altındadır ve bunların temellerini inançlarda ve eski zamanların adetlerinde aramaktadır.