Daemonica
Active member
- Joined
- Feb 10, 2024
- Messages
- 596
Geçenlerde Türk Edebiyatının önemli romanlarından biri olan A'mak-ı Hayal (Hayalin Derinlikleri) kitabını okudum ve Tasavvufun ülkemizde ne denli 'masumane' göründüğüyle ilgili tekrar tekrar dehşete düştüm. Ne yazık ki ülkemizin başındaki büyük kötülüklerden en arka plana atılanı "Tasavvuf" yahut "Sufizm" denilen zırvalıktır. Tasavvuf'un kökenleri bu coğrafyada çok eskiye dayanır, nasıl oluyorsa ilk çıkışında pek hoş karşılanmayan bu görüşler bütünü zaman içinde büyüyerek halkın 'kültürü' haline gelmiş. En kötüsü de Tasavvufun büyük oranda düşman ile bağlantılı olması.
Tasavvuf yüksek oranda İslam, Budizm, Hinduizm, Gnostisizm, Eklektisizm, Mistisizm ve daha sayamayacağım pek çok inanç ve görüşün bir araya gelmesiyle sentezlenmiş bir aşuredir. Bu aşure halihazırda pek karışık ve ortalama halk tarafından anlaşılması güçken bir de "Şeyh" olarak hitap edilen "Ruhani Öğretmenlerin" sözde 'ulvi' ruh halleri ve bile isteye anlaşılmaz konuşup bunu gnostisizm olarak yutturması sebebiyle Tasavvuf bizim halkımız tarafından "Über Büyük Sırlar Bütünü" olarak görülüyor.
Tasavvufun nihai fikir kaynağı Budizm'deki Nirvana'dır. Tasavvufçular oldukça basit ve yaygın bir problem olan varoluş sancısını abartıp süsler, yaşanılacak güzel duyguların zamanla çürüyüp değerini yitireceği fikrine saplantı şeklinde bağlanır ve nihai olanın "Allah" olduğuna; insanların ise iyi yönlerinin Allahtan geldiğine, diğer yönlerinin ise törpülenip atılması gerektiğine inanırlar. Bu kötü yönler ise insanı insan yapan her şeydir, keza bunların yok olması ile Nirvana'ya erişilir ve insan Akaşa'ya dağılıp yok olur. İslam'ı az çok incelediğimizde Allah ile Akaşa arasında bariz bir fark da görebilirsiniz. Yani Allah ile bir olmak tamamen Akaşa'ya dağılmaktan ibarettir, Tasavvuf ise bunu romantikleştirip mistikleştirmeye çalışmış bir görüş bütünüdür.
İşin acınası tarafı, yok olmak diye bir şeyin olmamasıdır! Akaşa'ya dağılınca bile yok olmazsınız, Akaşa olarak durur ve bir şekilde varlığa devam edersiniz. Garip bir söz olacak fakat "yokluk yoktur". Yokluğu tahayyülünüzde canlandıramazsınız keza yoktur, sonsuz uzayın en ücra ve ıssız köşesi bile yokluk değildir keza orası da vardır; varlık ile yokluk birbirine dokunamaz, henüz olmamış olan şeyler dahi Akaşa'da bir 'idea' olarak vardır.
Varoluş sancısının temel sebebi olarak "ben var mıyım, yok muyum" gibi düşüncelerin ve bir duygunun sürekli hale gelmesi korkusu olduğunu aktarmıştım. Yokluk yoktur dedik, peki bir duygu süreğen hale gelir mi? ölümlü bakış açısıyla bakarsak, bu soru daha doğrusu şöyle sorulabilir; Magnum Opus'a ulaştık diyelim, sıkılmayacak mıyız? hayır! Akaşa sonsuz, Akaşa her şeye dönüşebilir; Akaşa yeni duygular ve yeni icatlara, fikirlere ve tartışmalara yol açabilir. Varsayalım, Tanrılar şu an 1 Teknoloji Seviyesindeler diyelim; milyar yıl sonra 100 Teknoloji Seviyesinde olsunlar, trilyon yıl sonra 1000, katrilyon yıl sonra 10000 seviyesine ulaşsınlar. Bu süreçte her daim yeni şeyler keşfedilecek, yeni fikirler oluşacak, hiç tadılmamış duygular tadılacak ve kelimenin tam anlamıyla "Cennet" bu evrende yaşanılmış ve yaşanılmaya devam ediyor olacaktır. Bir işin her daim doğrusunu yaptığınız, sürekli yeni fikirler edindiğiniz ve evrene bunları katarak kolektif gelişime katkıda bulunduğunuz bir durum 'sıkıcı' olabilir mi? ayrıca buna emek veren sadece siz de olmayacaksınız, ortada on binlerce Tanrı ve Tanrıça var; yani burada tahayyülümüze sığamayacak bir çeşitlilikten bahsediyoruz. Bunun üstüne düşünmek de imkansız olduğu için daha fazla konuşmaya gerek yok.
Yazımın başında bahsettiğim kitapta da 'Nirvana' kavramı ile ilgili gayet abidik yorumlamalar gördüm. Mesela ilk bölümde karakterimiz Buda'nın rehberliğiyle 'Hiçlik Zirvesi' denilen bir noktaya çıkmayı deniyor, yolda karşısına çıkan Sarayda ise dünyevi zevklerin 'en üstünü' var. Burada güzellik perisiyle sarmaş dolaş olmakla meşgulken Hiçlik Zirvesini unutan ana elemanımız bir an gözünü kapatıp açınca güzellik perisinin yaşlanıp çirkinleştiğini, dünyevi zevklerin de böyle çirkinleşeceğini görüyor. Geri döndüğünde de Buda onu lanetleyip sürgün ediyor!
Bir diğer hikayede ise Yunan Tanrıları ve Ahura Mazda arasında "Karagöz ve Hacivat" minvalinde bir tartışma yaşanırken ceset formundaki Buda araya girip "Bakın, korkun! Nirvana geliyor!" diye haykırınca Tanrılar dehşete düşüyor, sonra etraf kararıyor; vay be!
Verdiğim argümanlar neticesinde bu hikayelerin oldukça fukara ve Gnostisizm adı altında saçmalıklar içeren bir görüşten çıktığı görülebilir.
Peki sizce neden Türkler hala Tasavvufa bu denli meraklı? aslında günümüz Türkiye'sinde bunun yaşanmasının bir kaç sebebi var. İlki genel halkın İslam'ı tozpembe peri masalları sanması, ikincisi Tasavvufun kılıf olarak Hakikati sunuyor gibi gözükmesi, üçüncüsü Tasavvufçuların hitabet yetenekleri, dördüncüsü konu komşudan duyulup Tarikata akın eden anormal derecede fazla insan olması ve beşinci olarak da Cumhuriyet tarihinin başlarındaki Fuat Köprülü gibi şahsiyetlerin Tasavvufa olan merakları, bunu eğitim sistemine sokmaları ve ileri yıllarda ortaya çıkacak tarikatların da kasıtlı olarak bunu eğitim sisteminde tutarak Türk halkını aptallaştırdığı olarak anlatılabilir.
Yozlaşma durumunu ise şöyle anlatalım, mevzubahis kitapta "Nokta" ile harf olan "Elif-Alfa" arasındaki farkı anlatan bir bölüm var. Kısaca şöyle; Nokta yokluk (Akaşa)'dır, Elif ise Nokta'nın eylemi sayesinde oluşan varlık halidir. Nokta el feneri, Elif ise düğmesi açılıp ışık yayan bir el feneridir. Bu aslında Akaşa'nın akarak bir şekil alıp cismani forma bürünmesiyle ilgili basit bir anlatımdır, fakat yozlaşma sayesinde "tüm sorunların çözümü noktaya dönmektir" anlayışı peydahlanmış. Bu tam anlamıyla bir sorunu çözmektense o sorunu yok etmeye benziyor. Varsayalım ki elinizde çeşitli elektronik kitapları ve gereçleri var, fakat bilgi birikiminiz yok; uzak bir adada yaşıyorsunuz ve telefonunuz bozuldu. Bu noktada aklı selim bir insan elindeki kitapları okuyup gerekli çözümü edindikten sonra telefonu tamir ederek düzeltir. Tasavvufçular ise bozuk telefonu görmeye, yani varoluş sancısı çekmeye dayanamayıp onu bilinmez bir uçuruma atarak yok etmeye çalışıyor. Üstelik bunu o bilinmez uçurumun dibinin olmadığı, yokluk olduğuna dair şehir efsanelerine inanacak bir çocuklukla yapıyorlar; fakat sürpriz! o uçurumun da bir sonu var.
"Fenafillah" kavramı da keza yozlaşmanın bir başka örneği. Zerdüştlükte Tanrının yahut varoluşun iki farklı yönü vardır, birisi iyilik olan Ahura Mazda iken diğeri kötülük olan Ahriman'dır. Gün geldiğinde Tanrının Ahura Mazda tarafı Ahriman tarafını yenecek ve kötülük ortadan kalkacaktır. Bu aslında evrenin düzgün ve 'kusursuz' işlemesini sağlayan Satya-Maat gibi kavramların mükemmelleşip kaosu def etmesiyle ilgili bir alegoridir. Fakat Tasavvufi yoruma göre Ahura Mazda yegane varlık, Ahriman ise insanın nefsi ve özgür iradesi gibi şeylerdir; insan kendini yok ederek Ahura Mazda'ya kavuşur ve kaosu kendinden defeder, anlayacağınız koca bir saçmalık fakat sokağa çıkarsanız buna inanacak bir kaç sürü sığır bulabilirsiniz.
Peki Tasavvuf tamamen mi kötü? sayılır, fakat Hristiyan Gnostisizm'i ile benzer bir durum söz konusu. Bu gibi kavramlar meşhur Gnostikler ve Tasavvufçular için bile anlaşılmaz, bir Tasavvufçunun fikri ötekini tutmaz fakat her biri midesinde afyon hapı patlayınca centilmenlik ve herbokoloji uzmanı kesilir ve karşı tarafın dediğini anlıyormuş gibi yapmaya başlar. Bunun yararı da şu ki geçmişte Tanrılarımız bu gibi oluşumların içine gizlice ilham tohumları ekerek insanlığı doğru yola sokmayı bilmişlerdir. "İslami" gözüken bazı öğretiler ve bunları öğreten Tasavvuf okulları Tanrılarımızın eseridir. Bu bilgi direkt olarak Lord Asmodeus'tan gelmiş, Yüksek Rahip Hooded Cobra bize bunu şöyle aktarmıştır:
Tasavvuf ile ilgili söylenebilecek hemen her şey bu kadardı. Üzücü olanı da çoğu Tasavvufçunun dönemin alkol-maddelerini kullanıp kafa bularak üstün bilgilere ulaştığını iddia etmesi; daha da üzücü olanı ülkemizin en çirkin gerçeklerinden biri olan Tarikatların hemen hepsinin Tasavvufu merkez alarak kurulmuş olması.
Yukarıda bahsettiğim çeşitli durumlardan ötürü halkın tamamen gözlerini açması çok zor, hatta ülkemiz halkının genel zeka ve ruhani seviyesinin düşük olduğunu da hesaba katarsak imkansız; geriye tek seçenek kalıyor, Zevistler olarak biz bilinçleneceğiz. Zaten Zevist olup Tasavvuf gibi "Camilerin ayak kokması" düşüncesini akla getiren kavramlara ilgi duyan pek az insan olduğuna inanıyorum, fakat yine de bu yazının Tasavvuf ile Zevizm arasındaki karşıtlıkları anlamak isteyenler için yararlı bir okuma olacağına inanıyorum.
Tasavvuf yüksek oranda İslam, Budizm, Hinduizm, Gnostisizm, Eklektisizm, Mistisizm ve daha sayamayacağım pek çok inanç ve görüşün bir araya gelmesiyle sentezlenmiş bir aşuredir. Bu aşure halihazırda pek karışık ve ortalama halk tarafından anlaşılması güçken bir de "Şeyh" olarak hitap edilen "Ruhani Öğretmenlerin" sözde 'ulvi' ruh halleri ve bile isteye anlaşılmaz konuşup bunu gnostisizm olarak yutturması sebebiyle Tasavvuf bizim halkımız tarafından "Über Büyük Sırlar Bütünü" olarak görülüyor.
Tasavvufun nihai fikir kaynağı Budizm'deki Nirvana'dır. Tasavvufçular oldukça basit ve yaygın bir problem olan varoluş sancısını abartıp süsler, yaşanılacak güzel duyguların zamanla çürüyüp değerini yitireceği fikrine saplantı şeklinde bağlanır ve nihai olanın "Allah" olduğuna; insanların ise iyi yönlerinin Allahtan geldiğine, diğer yönlerinin ise törpülenip atılması gerektiğine inanırlar. Bu kötü yönler ise insanı insan yapan her şeydir, keza bunların yok olması ile Nirvana'ya erişilir ve insan Akaşa'ya dağılıp yok olur. İslam'ı az çok incelediğimizde Allah ile Akaşa arasında bariz bir fark da görebilirsiniz. Yani Allah ile bir olmak tamamen Akaşa'ya dağılmaktan ibarettir, Tasavvuf ise bunu romantikleştirip mistikleştirmeye çalışmış bir görüş bütünüdür.
İşin acınası tarafı, yok olmak diye bir şeyin olmamasıdır! Akaşa'ya dağılınca bile yok olmazsınız, Akaşa olarak durur ve bir şekilde varlığa devam edersiniz. Garip bir söz olacak fakat "yokluk yoktur". Yokluğu tahayyülünüzde canlandıramazsınız keza yoktur, sonsuz uzayın en ücra ve ıssız köşesi bile yokluk değildir keza orası da vardır; varlık ile yokluk birbirine dokunamaz, henüz olmamış olan şeyler dahi Akaşa'da bir 'idea' olarak vardır.
Varoluş sancısının temel sebebi olarak "ben var mıyım, yok muyum" gibi düşüncelerin ve bir duygunun sürekli hale gelmesi korkusu olduğunu aktarmıştım. Yokluk yoktur dedik, peki bir duygu süreğen hale gelir mi? ölümlü bakış açısıyla bakarsak, bu soru daha doğrusu şöyle sorulabilir; Magnum Opus'a ulaştık diyelim, sıkılmayacak mıyız? hayır! Akaşa sonsuz, Akaşa her şeye dönüşebilir; Akaşa yeni duygular ve yeni icatlara, fikirlere ve tartışmalara yol açabilir. Varsayalım, Tanrılar şu an 1 Teknoloji Seviyesindeler diyelim; milyar yıl sonra 100 Teknoloji Seviyesinde olsunlar, trilyon yıl sonra 1000, katrilyon yıl sonra 10000 seviyesine ulaşsınlar. Bu süreçte her daim yeni şeyler keşfedilecek, yeni fikirler oluşacak, hiç tadılmamış duygular tadılacak ve kelimenin tam anlamıyla "Cennet" bu evrende yaşanılmış ve yaşanılmaya devam ediyor olacaktır. Bir işin her daim doğrusunu yaptığınız, sürekli yeni fikirler edindiğiniz ve evrene bunları katarak kolektif gelişime katkıda bulunduğunuz bir durum 'sıkıcı' olabilir mi? ayrıca buna emek veren sadece siz de olmayacaksınız, ortada on binlerce Tanrı ve Tanrıça var; yani burada tahayyülümüze sığamayacak bir çeşitlilikten bahsediyoruz. Bunun üstüne düşünmek de imkansız olduğu için daha fazla konuşmaya gerek yok.
Yazımın başında bahsettiğim kitapta da 'Nirvana' kavramı ile ilgili gayet abidik yorumlamalar gördüm. Mesela ilk bölümde karakterimiz Buda'nın rehberliğiyle 'Hiçlik Zirvesi' denilen bir noktaya çıkmayı deniyor, yolda karşısına çıkan Sarayda ise dünyevi zevklerin 'en üstünü' var. Burada güzellik perisiyle sarmaş dolaş olmakla meşgulken Hiçlik Zirvesini unutan ana elemanımız bir an gözünü kapatıp açınca güzellik perisinin yaşlanıp çirkinleştiğini, dünyevi zevklerin de böyle çirkinleşeceğini görüyor. Geri döndüğünde de Buda onu lanetleyip sürgün ediyor!
Bir diğer hikayede ise Yunan Tanrıları ve Ahura Mazda arasında "Karagöz ve Hacivat" minvalinde bir tartışma yaşanırken ceset formundaki Buda araya girip "Bakın, korkun! Nirvana geliyor!" diye haykırınca Tanrılar dehşete düşüyor, sonra etraf kararıyor; vay be!
Verdiğim argümanlar neticesinde bu hikayelerin oldukça fukara ve Gnostisizm adı altında saçmalıklar içeren bir görüşten çıktığı görülebilir.
Peki sizce neden Türkler hala Tasavvufa bu denli meraklı? aslında günümüz Türkiye'sinde bunun yaşanmasının bir kaç sebebi var. İlki genel halkın İslam'ı tozpembe peri masalları sanması, ikincisi Tasavvufun kılıf olarak Hakikati sunuyor gibi gözükmesi, üçüncüsü Tasavvufçuların hitabet yetenekleri, dördüncüsü konu komşudan duyulup Tarikata akın eden anormal derecede fazla insan olması ve beşinci olarak da Cumhuriyet tarihinin başlarındaki Fuat Köprülü gibi şahsiyetlerin Tasavvufa olan merakları, bunu eğitim sistemine sokmaları ve ileri yıllarda ortaya çıkacak tarikatların da kasıtlı olarak bunu eğitim sisteminde tutarak Türk halkını aptallaştırdığı olarak anlatılabilir.
Yozlaşma durumunu ise şöyle anlatalım, mevzubahis kitapta "Nokta" ile harf olan "Elif-Alfa" arasındaki farkı anlatan bir bölüm var. Kısaca şöyle; Nokta yokluk (Akaşa)'dır, Elif ise Nokta'nın eylemi sayesinde oluşan varlık halidir. Nokta el feneri, Elif ise düğmesi açılıp ışık yayan bir el feneridir. Bu aslında Akaşa'nın akarak bir şekil alıp cismani forma bürünmesiyle ilgili basit bir anlatımdır, fakat yozlaşma sayesinde "tüm sorunların çözümü noktaya dönmektir" anlayışı peydahlanmış. Bu tam anlamıyla bir sorunu çözmektense o sorunu yok etmeye benziyor. Varsayalım ki elinizde çeşitli elektronik kitapları ve gereçleri var, fakat bilgi birikiminiz yok; uzak bir adada yaşıyorsunuz ve telefonunuz bozuldu. Bu noktada aklı selim bir insan elindeki kitapları okuyup gerekli çözümü edindikten sonra telefonu tamir ederek düzeltir. Tasavvufçular ise bozuk telefonu görmeye, yani varoluş sancısı çekmeye dayanamayıp onu bilinmez bir uçuruma atarak yok etmeye çalışıyor. Üstelik bunu o bilinmez uçurumun dibinin olmadığı, yokluk olduğuna dair şehir efsanelerine inanacak bir çocuklukla yapıyorlar; fakat sürpriz! o uçurumun da bir sonu var.
"Fenafillah" kavramı da keza yozlaşmanın bir başka örneği. Zerdüştlükte Tanrının yahut varoluşun iki farklı yönü vardır, birisi iyilik olan Ahura Mazda iken diğeri kötülük olan Ahriman'dır. Gün geldiğinde Tanrının Ahura Mazda tarafı Ahriman tarafını yenecek ve kötülük ortadan kalkacaktır. Bu aslında evrenin düzgün ve 'kusursuz' işlemesini sağlayan Satya-Maat gibi kavramların mükemmelleşip kaosu def etmesiyle ilgili bir alegoridir. Fakat Tasavvufi yoruma göre Ahura Mazda yegane varlık, Ahriman ise insanın nefsi ve özgür iradesi gibi şeylerdir; insan kendini yok ederek Ahura Mazda'ya kavuşur ve kaosu kendinden defeder, anlayacağınız koca bir saçmalık fakat sokağa çıkarsanız buna inanacak bir kaç sürü sığır bulabilirsiniz.
Peki Tasavvuf tamamen mi kötü? sayılır, fakat Hristiyan Gnostisizm'i ile benzer bir durum söz konusu. Bu gibi kavramlar meşhur Gnostikler ve Tasavvufçular için bile anlaşılmaz, bir Tasavvufçunun fikri ötekini tutmaz fakat her biri midesinde afyon hapı patlayınca centilmenlik ve herbokoloji uzmanı kesilir ve karşı tarafın dediğini anlıyormuş gibi yapmaya başlar. Bunun yararı da şu ki geçmişte Tanrılarımız bu gibi oluşumların içine gizlice ilham tohumları ekerek insanlığı doğru yola sokmayı bilmişlerdir. "İslami" gözüken bazı öğretiler ve bunları öğreten Tasavvuf okulları Tanrılarımızın eseridir. Bu bilgi direkt olarak Lord Asmodeus'tan gelmiş, Yüksek Rahip Hooded Cobra bize bunu şöyle aktarmıştır:
Asmodeus döneminde Arabistan'ın her yerinde birçok küçük Antik Ruhaniyet Okulu vardı, ancak bu bilgi ifşa edilemez ve doğrudan O’ndan alınmıştır. Düşmanın iftiralarından etkilenmeden yüzyıllar boyunca insanlara doğrudan öğretti. Ayrıca “Türkiye ve Anadolu”dan da bahsetmiştir. Cephede “İslami” olarak geçinen gizli tarikatlar, içten içe Asmodeus ile birlikteydi ve Tanrılığa nasıl yükseleceklerini öğreniyorlardı.
Tersine, Arap dünyasında İslami sahtekarlıkların iftira hesaplarıyla gerçekten ünlendi ve birçok ilgili okültist ve bilgiye ihtiyaç duyan kişi bilgi ve talimat için ona gitti. “Sidonlu” atalarının kıtasını asla terk etmemiştir.
Tarihsel olarak dönüm noktası burada gerçekleşiyor ve Asmodeus'a bitmek bilmeyen iftira dolu isimler takılmaya başlanıyor. Bu da pek geçerli bir argüman değildi. Ne olursa olsun, O’nun Yahudilere karşı gazap dolu ve Tanrıların takipçileri için kutsanmış olanlardan olduğu iyi bilinen bir gerçektir.
Tasavvuf ile ilgili söylenebilecek hemen her şey bu kadardı. Üzücü olanı da çoğu Tasavvufçunun dönemin alkol-maddelerini kullanıp kafa bularak üstün bilgilere ulaştığını iddia etmesi; daha da üzücü olanı ülkemizin en çirkin gerçeklerinden biri olan Tarikatların hemen hepsinin Tasavvufu merkez alarak kurulmuş olması.
Yukarıda bahsettiğim çeşitli durumlardan ötürü halkın tamamen gözlerini açması çok zor, hatta ülkemiz halkının genel zeka ve ruhani seviyesinin düşük olduğunu da hesaba katarsak imkansız; geriye tek seçenek kalıyor, Zevistler olarak biz bilinçleneceğiz. Zaten Zevist olup Tasavvuf gibi "Camilerin ayak kokması" düşüncesini akla getiren kavramlara ilgi duyan pek az insan olduğuna inanıyorum, fakat yine de bu yazının Tasavvuf ile Zevizm arasındaki karşıtlıkları anlamak isteyenler için yararlı bir okuma olacağına inanıyorum.