Daemonica
Member
- Joined
- Feb 10, 2024
- Messages
- 400
Bu kavramlar üzerine geçmişte bir kaç tartışmaya şahit olduğum ve Simya ilmine dair daha fazla bilgi edindiğim için bir iki şey aktarabileceğimi düşünüyorum.
Öncelikle Simya nedir? kitaptaki tanımı "Kimya biliminden önce altın aramaya çalışılmış sahte bilim vs." gibi bir şey. Lakin ezoterik bilgilere biraz maruz kalmış birisi dahi bunun tam olarak doğru olmadığını bilir. Evet, gerçekten bir noktada Kimya biliminin temelini atan fiziksel uğraşlar gerçekleştirilmiştir lakin bunun tek kaynağı Simya ilmi değildir. Kimya kavramı (Chemistry) tam anlamıyla ortaya çıkınca da Simya ile (Alchemy) yolları tamamen ayrılmıştır.
Etimoloji
Şimdi bu kelimenin etimolojik kökenine bakalım. Simya kelimesiyle Kimya kelimesi aynı kökeni paylaşır. Chemistry terimi Alchemy teriminin bir varyantıdır. Alchemy ise Arapça "al-kīmiyā" dan türemiştir. "Al" bir ektir, "Kīmiyā" ise Yunanca Khemeia (χιμεια) sözcüğünden gelir.
Khemeia kelimesi çok ilginç, çünkü kelimeyi Kheme-ia olarak ikiye bölebiliyoruz. Kheme sözcüğüne Kıptîler "Kēme" demiştir. Bu sözcük kelimenin tam anlamıyla Antik Mısır ülkesini tanımlar, ayrıca "Siyah Toprak" demektir ki Mısır, Nil Nehri/Deltası sayesinde çevredeki çöle (Kırmızı Toprak) tezat oluşturan bir coğrafyadır.
Kelimedeki -ia ise dişil enerjiye bir ektir; Gaia, Rheia gibi Tanrıçalarda bu gözükebilir. Aynı zamanda sanat ve bilimle ilgili meseleleri kavramsallaştırmak için kullanılır; Philosophia, Astrologia gibi. Khemeia ise bu bağlamda Antik Mısır Bilimi/Sanatı yahut Antik Mısır Kara Sanatı gibi bir anlama sahiptir.
Khemeia kelimesi metal işleme anlamında kullanılmıştır; fakat bu metaller gerçek metal değildir. Bilirsiniz, Düşman kaynaklarında Lord Azazel'in insanlara "Kılıç Yapmayı" öğrettiği yazar, fakat buradaki "Kılıç Yapmak" metal işlemektir, yani Khemeia'dır. Ruhu işlemektir.
Antik Yunan Gematria'sında Χιμεια / Khemeia kelimesinin sayısal değeri 666'dır.
Ruhun Karanlık Gecesi
Simya öğretisi de zamanla Düşman tarafından çalınıp bozulmuştur. Simya efsanelerini inceleyen kişiler bir sürü Yahudi saçmalığı ile karşılaşabilir. Mesela en büyük efsanelerden birisi olan Nicolas Flamel, sadece Okült ilgisi olan rastgele bir adamdır. Fakat yıllar yıllar sonra hakkında efsaneler ortaya atılmış, 'Felsefe Taşını' bir Yahudi sayesinde bulduğu anlatılmıştır. "Mary the Jewess" gibi efsaneler de zamanla peydahlanıp Simya öğretisine karıştırılmıştır.
"İslamın Altın Çağı" sırasında Antik Yunan metinlerini çevirip içine Düşmana dair izler katıp yozlaştıran kişileri biliyorsunuz. Bu çağdaki gırla insanın arasında bizlerden, yani Şeytandan gelenler de olabilir lakin Simya kavramına düşman sembolizmi bu çağda; Müslümanlar tarafından eklenmiştir.
Bilirsiniz, bazı Tasavvuf öğretilerinde insanlar 'Tanrı' ile birleşmek için kendilerine şiş saplar, ateşte yürür yahut fiziksel acıya maruz kalacakları saçma sapan şeyler yaparlar. Bu tartışmaya çok açık bir kavramdır çünkü bir noktada Tasavvufun "Tanrı Olma" kavramı Magnum Opus çalışmasını gösteriyormuş gibi olsa da aslen Budistlerden gelmiştir. Budistler 'Nirvana'ya ulaşarak Akaşa/Eter'e karışmaya çalışır, Tasavvuf da aynı şekilde Eter'e çözünüp dağılarak sonuçlanan bir süreçtir. Bizim Magnum Opus çalışmamız ile alakası yoktur.
Yine de parantez açmak istiyorum, bazı "İslami" gözüken öğretiler ve bunları öğreten Tasavvuf okulları da Şeytandandır. Bu bilgi direkt olarak Lord Asmodeus'tan gelmiş, Yüksek Rahip Hooded Cobra bize bunu şöyle aktarmıştır:
İslamı bir kenara bırakırsak, durum Hristiyanlar için de farklı değil. Karanlık Çağ ve sonrası dönemde, özellikle de Erken Modern Çağ döneminde çıkan çoğu Hristiyan figür Hristiyanlıktaki "Tanrıyla Komşu Olma" kavramını "Tanrıyla Bir Olma" olarak yorumlamıştır. Bu kavram Gnostiklerden alınmıştır, fakat Gnostikler arasında bile Şeytandan olup onu takip edenler varken bahsettiğim bu Hristiyan figürler adeta 'kamufle' olmuş vaziyettedir.
Bunlardan birisi de Aziz Haçlı Yuhanna yahut Saint John of the Cross olarak bilinen kişidir. Neden spesifik olarak bu kişiyi söylüyorum? çünkü 'Ruhun Karanlık Gecesi' terimi bu kişi ile ilişkilendiriliyor. Kendisinin bu isimde bir şiiri var.
Bu şiiri kendimce şöyle çevirdim:
Aslında bakarsanız, Aziz John burada 'tam olarak' Simyanın 'Nigredo' aşamasını anlatmış. Bu yüzden şiirde sorun aramayalım, fakat çirkin olan şey şu ki burada Simyayı kötüleyen bilinçaltı bir mesaj gözükebilir. Nigredo aşamasına girilirse ve burada ilerlenirse; 'Tanrıya', 'Evrene' karışılıp çözünür, tüm endişeler geride bırakılır? hadi oradan.
Dediğim üzere, şiirin kendisi direkt olarak Nigredo aşamasını anlattığı için sorun olarak nitelemek doğru olmaz. Fakat bunu bir Satanist olarak görmek var, bir de Fanatik Hristiyan olarak görmek var. Mesela biz 'endişelerin geride kalması' kavramının Albedo aşamasına geçiş olduğunu ve tam olarak 'endişelerin geride kalmayacağını' biliriz, lakin Tembel Hristiyan insanlar "Ee Tanrı olduk süper yahu, derdimiz tasamız kalmadı" diye yorumlayabilir.
Bunun sebebi de Aziz John'un basbayağı Düşmandan olmasıdır. İlk bakışta "Acaba Hristiyan geçinen ama Satanist olan birisi miydi?" şüphesine düşmek kolay, bende de öyle oldu; fakat adam Katolik Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmiş. Ayrıca kendisinin bir sürü Demon'u kovup 'Tanrıya' geri döndürdüğünü!!! ve tövbe ettirdiğini!!! anlatan saçma sapan tonla efsane var.
Nigredo ve Simya Aşamaları
Geçmişte forumlarda Nigredo ile ilgili bazı tartışmalara denk geldim. Yanlış anlaşılmalar ve deneyim yerine teorik bilgiyi tartışmak üzerine gelişmiş bir tartışmaydı. O yüzden Magnum Opus ve bizi özellikle ilgilendiren Nigredo aşamasıyla ilgili bir kaç şey anlatmak istiyorum.
Öncelikle, Lord Thoth "Yukarıda Nasılsa Aşağıda da Öyledir" demiştir. Evrende her şeyin bir makro, bir de mikro tarafı mevcuttur. Buna Magnum Opus da dahildir. Magnum Opus, Tanrılığa ulaşmak için yapılan nihai çalışmadır; kendi içinde süreçlere ayrılır, fakat Magnum Opus aşamaları aynı zamanda hayatımıza da işlemiştir ki bu direkt olarak Simya ile ilgilidir.
Nigredo aşaması ne kadar Magnum Opus sürecinin bir parçası olsa da mikro ölçekte her zaman deneyim edebiliriz. Ruhumuzun kirini arındırır, Albedo ile aydınlanırız; Rubedo ile de belli konularda hata yapmayacak hale geliriz. Bu aslında "Dene, yanıl, öğren; geliş" döngüsünün daha süslü bir anlatısı, fakat bizim "Dene, yanıl, öğren; geliş" döngümüzün sonucu Tanrısallık olacak. Bu yüzden attığımız her adımda küçük de olsa bir Simyasal sürece giriyoruz. Elbette gerçek Magnum Opus ile kıyaslanamaz, fakat öğrenmenin de küçüğü büyüğü olmaz.
Buna şöyle bir ekleme de yapmak istiyorum; 5 elementten meydana geldiğimizi hepimiz biliyoruz. Hepimizin doğum haritasında farklı, baskın elementler var. Bunlarla birlikte zaman zaman yaşadığımız, dilimize "Su gibi akıp gitmek", "Kalbin alev alev yanması", "Havada kadar hafiflemek", "Taş gibi kaskatı kesilmek" ve daha gırla varyasyonla eklenmiş 'duygu durumları' deyimleri vardır. Yaşadığımız şeyler ile yanarız, kül oluruz; ruhumuzun elementleriyle 'oynarız'. Yer yer deneyler de yaparız.
Doğum haritamızdaki elementler ile başlarız, sonra kendimize yer yer zıtlıklar katarız. "Kir, saf olandan ayrılıyor"; bu noktada tekrar başa dönüyoruz, ilk halimiz; fakat daha temiz ve saf. Ruhumuz onun için zıt bir şey yaşadığından ötürü 'kararıyor', fakat sonra tekrar 'beyazlaşıyor'. Elementleri kurcalayıp duruyoruz, bazen de 'karartıyoruz' ve 'saflaştırıyoruz'. Misal en başta Ateş ve Su birbirine girmiş vaziyette olabilir, fakat kesin sonuç olarak ikisi de özüne dönüp 'ayrılmış' olacak. Kir temiz olandan ayrılacak ve o kiri oluşturan madde de kendi en saf haliyle ayrı olarak varlığını sürdürecek.
Bu noktada yaşadığımız iyisiyle kötüsüyle her şey devasa bir Simya deneyinin parçasıdır. Simya efsanelerinde Magnum Opus'un tarifi asla yazılamaz, çünkü herkes buna farklı şekillerde ve tariflerde ulaşır. Fakat en sonunda ulaşacağınız yer Magnum Opus'tur, bunu bilirsiniz; tüm bu deneyler sonucunda Felsefe Taşını edinip Altını elde edersiniz. Bu Altın, ruhunuzdur.
Yani bir anlamda Magnum Opus kavramı hayatımızın her anına işlemiştir, hayatın zirvesi noktasıdır ve biz de bu yolda yürüyerek aslında onun içinde bulunuruz.
Magnum Opus
Süreç olan Magnum Opus'ta, çoğunluk olarak bu sürecin Nigredo aşamasında olduğumuz söylenebilir. Ardından Simya efsaneleri bize 2 yahut 3 aşama daha söyler. Albedo ve Rubedo; bazı anlatılarda bu ikisinin arasında Citrinitas aşaması da geçer.
Bunu şöyle yorumluyorum; Nigredo şu an içinde bulunduğumuz, geçmişi geride bırakmanın ve Simyanın ilk aşaması. Bu dönem ile işimiz bittiğinde -ki bu oldu bittiye getirilecek bir şey değildir- Albedo aşaması başlar. Ben bunu kişinin ruhani anlamda derin bilgilerle inisiye edildiği, yer yer Siddhi'lerini kullanabildiği bir tür 'kahramanlık' dönemi olarak görüyorum. Citrinitas konusunda pek bilgim yok, bu kavramın Simyaya nasıl dahil olduğundan emin değilim. Rubedo aşaması ise kişinin Tanrılığa yükselmesi gereken aşamadır. Joy of Satanas'ta verilen Magnum Opus çalışmasına başlayacağımız zaman dilimi de bu döneme tekabül eder. Zaten fark ettiyseniz Joy of Satanas'taki Magnum Opus aşamalarını Nigredo, Albedo veya Rubedo olarak sınıflandırmak zordur; çünkü bu çalışma Magnum Opus'a gittiğimiz sürecin bittiği yerdir, Rubedo aşamasının başlangıç noktasıdır.
Bildiğimiz kadarıyla, Rubedo aşamasında alegorik olarak kişi ağlayıp kan akıtır; bu kanlar ise kadehte toplanır. Buradaki kan, Çakraların enerjisine dair bir semboldür. Ayrıca Epifiz Bezinden salgılanan Ambrosia/Nektar/Soma/Amrita sıvısı da bu kadehe akıp bir iksir oluşturur. O kadeh, Solar Çakradır; "O Bizim Kanımız, Şarabımızdır". Ardından kişinin Kundalini Yılanı uyanır, 'Sürgünler Prensi' yükselir ve 'Kıyamet' başlar. Ardından Yılan, iksire dokunarak bunu Kalp Çakrasına taşır ve Kalp Çakrası 'Felsefe Taşına' dönüşür. Bu sayede üst çakralar ile alt çakralar arasında müthiş bir bağlayıcı elde ederiz. Yılan daha da yükselir, 'Cennete' yani Taç Çakrasına ulaşır ve hakkı olan Cennet Tahtına oturur.
Bu noktada kişi artık tam anlamıyla bir Tanrıdır.
Öncelikle Simya nedir? kitaptaki tanımı "Kimya biliminden önce altın aramaya çalışılmış sahte bilim vs." gibi bir şey. Lakin ezoterik bilgilere biraz maruz kalmış birisi dahi bunun tam olarak doğru olmadığını bilir. Evet, gerçekten bir noktada Kimya biliminin temelini atan fiziksel uğraşlar gerçekleştirilmiştir lakin bunun tek kaynağı Simya ilmi değildir. Kimya kavramı (Chemistry) tam anlamıyla ortaya çıkınca da Simya ile (Alchemy) yolları tamamen ayrılmıştır.
Etimoloji
Şimdi bu kelimenin etimolojik kökenine bakalım. Simya kelimesiyle Kimya kelimesi aynı kökeni paylaşır. Chemistry terimi Alchemy teriminin bir varyantıdır. Alchemy ise Arapça "al-kīmiyā" dan türemiştir. "Al" bir ektir, "Kīmiyā" ise Yunanca Khemeia (χιμεια) sözcüğünden gelir.
Khemeia kelimesi çok ilginç, çünkü kelimeyi Kheme-ia olarak ikiye bölebiliyoruz. Kheme sözcüğüne Kıptîler "Kēme" demiştir. Bu sözcük kelimenin tam anlamıyla Antik Mısır ülkesini tanımlar, ayrıca "Siyah Toprak" demektir ki Mısır, Nil Nehri/Deltası sayesinde çevredeki çöle (Kırmızı Toprak) tezat oluşturan bir coğrafyadır.
Kelimedeki -ia ise dişil enerjiye bir ektir; Gaia, Rheia gibi Tanrıçalarda bu gözükebilir. Aynı zamanda sanat ve bilimle ilgili meseleleri kavramsallaştırmak için kullanılır; Philosophia, Astrologia gibi. Khemeia ise bu bağlamda Antik Mısır Bilimi/Sanatı yahut Antik Mısır Kara Sanatı gibi bir anlama sahiptir.
Khemeia kelimesi metal işleme anlamında kullanılmıştır; fakat bu metaller gerçek metal değildir. Bilirsiniz, Düşman kaynaklarında Lord Azazel'in insanlara "Kılıç Yapmayı" öğrettiği yazar, fakat buradaki "Kılıç Yapmak" metal işlemektir, yani Khemeia'dır. Ruhu işlemektir.
Antik Yunan Gematria'sında Χιμεια / Khemeia kelimesinin sayısal değeri 666'dır.
Ruhun Karanlık Gecesi
Simya öğretisi de zamanla Düşman tarafından çalınıp bozulmuştur. Simya efsanelerini inceleyen kişiler bir sürü Yahudi saçmalığı ile karşılaşabilir. Mesela en büyük efsanelerden birisi olan Nicolas Flamel, sadece Okült ilgisi olan rastgele bir adamdır. Fakat yıllar yıllar sonra hakkında efsaneler ortaya atılmış, 'Felsefe Taşını' bir Yahudi sayesinde bulduğu anlatılmıştır. "Mary the Jewess" gibi efsaneler de zamanla peydahlanıp Simya öğretisine karıştırılmıştır.
"İslamın Altın Çağı" sırasında Antik Yunan metinlerini çevirip içine Düşmana dair izler katıp yozlaştıran kişileri biliyorsunuz. Bu çağdaki gırla insanın arasında bizlerden, yani Şeytandan gelenler de olabilir lakin Simya kavramına düşman sembolizmi bu çağda; Müslümanlar tarafından eklenmiştir.
Bilirsiniz, bazı Tasavvuf öğretilerinde insanlar 'Tanrı' ile birleşmek için kendilerine şiş saplar, ateşte yürür yahut fiziksel acıya maruz kalacakları saçma sapan şeyler yaparlar. Bu tartışmaya çok açık bir kavramdır çünkü bir noktada Tasavvufun "Tanrı Olma" kavramı Magnum Opus çalışmasını gösteriyormuş gibi olsa da aslen Budistlerden gelmiştir. Budistler 'Nirvana'ya ulaşarak Akaşa/Eter'e karışmaya çalışır, Tasavvuf da aynı şekilde Eter'e çözünüp dağılarak sonuçlanan bir süreçtir. Bizim Magnum Opus çalışmamız ile alakası yoktur.
Yine de parantez açmak istiyorum, bazı "İslami" gözüken öğretiler ve bunları öğreten Tasavvuf okulları da Şeytandandır. Bu bilgi direkt olarak Lord Asmodeus'tan gelmiş, Yüksek Rahip Hooded Cobra bize bunu şöyle aktarmıştır:
Asmodeus döneminde Arabistan'ın her yerinde birçok küçük Antik Ruhaniyet Okulu vardı, ancak bu bilgi ifşa edilemez ve doğrudan O’ndan alınmıştır. Düşmanın iftiralarından etkilenmeden yüzyıllar boyunca insanlara doğrudan öğretti. Ayrıca “Türkiye ve Anadolu”dan da bahsetmiştir. Cephede “İslami” olarak geçinen gizli tarikatlar, içten içe Asmodeus ile birlikteydi ve Tanrılığa nasıl yükseleceklerini öğreniyorlardı.
Tersine, Arap dünyasında İslami sahtekarlıkların iftira hesaplarıyla gerçekten ünlendi ve birçok ilgili okültist ve bilgiye ihtiyaç duyan kişi bilgi ve talimat için ona gitti. “Sidonlu” atalarının kıtasını asla terk etmemiştir.
Tarihsel olarak dönüm noktası burada gerçekleşiyor ve Asmodeus'a bitmek bilmeyen iftira dolu isimler takılmaya başlanıyor. Bu da pek geçerli bir argüman değildi. Ne olursa olsun, O’nun Yahudilere karşı gazap dolu ve Tanrıların takipçileri için kutsanmış olanlardan olduğu iyi bilinen bir gerçektir.
İslamı bir kenara bırakırsak, durum Hristiyanlar için de farklı değil. Karanlık Çağ ve sonrası dönemde, özellikle de Erken Modern Çağ döneminde çıkan çoğu Hristiyan figür Hristiyanlıktaki "Tanrıyla Komşu Olma" kavramını "Tanrıyla Bir Olma" olarak yorumlamıştır. Bu kavram Gnostiklerden alınmıştır, fakat Gnostikler arasında bile Şeytandan olup onu takip edenler varken bahsettiğim bu Hristiyan figürler adeta 'kamufle' olmuş vaziyettedir.
Bunlardan birisi de Aziz Haçlı Yuhanna yahut Saint John of the Cross olarak bilinen kişidir. Neden spesifik olarak bu kişiyi söylüyorum? çünkü 'Ruhun Karanlık Gecesi' terimi bu kişi ile ilişkilendiriliyor. Kendisinin bu isimde bir şiiri var.
Bu şiiri kendimce şöyle çevirdim:
Karanlığın çöküverdiği bir gecede,
Hasretim tutuştu aşk ateşiyle.
Öylesine şanslıydım ki!
Huzur buldum yeni evimde,
Bu yolda, kimselere görünmeden çıktığım.
Karanlıkta da olsa güven içinde,
Saklanmış, gizli bir merdivenin dibine;
Öylesine şanslıydım ki!
Huzur buldum yeni evimde,
Karanlığa gömülerek gizlenmiş.
Mutlulukla kutsanmış bu gecede,
Ne ben kimseleri gördüm,
Ne de kimseler beni.
Alev alev yanan kalbim dışında,
Yoktu hiçbir ışığım yahut rehberim.
O ışık ki bana yol gösterdi,
Keskin ve yakıcıydı, öğle güneşinden bile.
Onun, -kim olduğunu çok iyi bildiğim- Beni beklediği,
Fakat kimselerin de görünmediği o yere.
Ah, bana rehber olmuş o gece,
Ah, şafaktan da sevecen olan o gece,
Ah, Maşuğu Aşığıyla bir araya getiren,
Aşığı da Maşuğunda dönüştüren o gece!
Tamamı sadece Ona ayrılan,
Çiçeklerle bezenmiş göğsümde.
O uykuyakaldı,
Ben Onu sedir ağaçlarının esintisiyle okşarken.
Kulelerin zirvelerinden gelen rüzgarla,
Buklelerini araladığımda,
Yaraladı boynumu nazik eliyle.
Ve o an duygularım da,
Alındı benden tümüyle.
Kendimi kaybetmiş, unutmuş bir halde,
Yüzümü yasladım Sevdiğime.
Tüm şer biterken, Ben terk ettim.
Kendimi.
Beyaz zambakların arasında bıraktım,
Tüm endişelerimi.
Aslında bakarsanız, Aziz John burada 'tam olarak' Simyanın 'Nigredo' aşamasını anlatmış. Bu yüzden şiirde sorun aramayalım, fakat çirkin olan şey şu ki burada Simyayı kötüleyen bilinçaltı bir mesaj gözükebilir. Nigredo aşamasına girilirse ve burada ilerlenirse; 'Tanrıya', 'Evrene' karışılıp çözünür, tüm endişeler geride bırakılır? hadi oradan.
Dediğim üzere, şiirin kendisi direkt olarak Nigredo aşamasını anlattığı için sorun olarak nitelemek doğru olmaz. Fakat bunu bir Satanist olarak görmek var, bir de Fanatik Hristiyan olarak görmek var. Mesela biz 'endişelerin geride kalması' kavramının Albedo aşamasına geçiş olduğunu ve tam olarak 'endişelerin geride kalmayacağını' biliriz, lakin Tembel Hristiyan insanlar "Ee Tanrı olduk süper yahu, derdimiz tasamız kalmadı" diye yorumlayabilir.
Bunun sebebi de Aziz John'un basbayağı Düşmandan olmasıdır. İlk bakışta "Acaba Hristiyan geçinen ama Satanist olan birisi miydi?" şüphesine düşmek kolay, bende de öyle oldu; fakat adam Katolik Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmiş. Ayrıca kendisinin bir sürü Demon'u kovup 'Tanrıya' geri döndürdüğünü!!! ve tövbe ettirdiğini!!! anlatan saçma sapan tonla efsane var.
Nigredo ve Simya Aşamaları
Geçmişte forumlarda Nigredo ile ilgili bazı tartışmalara denk geldim. Yanlış anlaşılmalar ve deneyim yerine teorik bilgiyi tartışmak üzerine gelişmiş bir tartışmaydı. O yüzden Magnum Opus ve bizi özellikle ilgilendiren Nigredo aşamasıyla ilgili bir kaç şey anlatmak istiyorum.
Öncelikle, Lord Thoth "Yukarıda Nasılsa Aşağıda da Öyledir" demiştir. Evrende her şeyin bir makro, bir de mikro tarafı mevcuttur. Buna Magnum Opus da dahildir. Magnum Opus, Tanrılığa ulaşmak için yapılan nihai çalışmadır; kendi içinde süreçlere ayrılır, fakat Magnum Opus aşamaları aynı zamanda hayatımıza da işlemiştir ki bu direkt olarak Simya ile ilgilidir.
Nigredo aşaması ne kadar Magnum Opus sürecinin bir parçası olsa da mikro ölçekte her zaman deneyim edebiliriz. Ruhumuzun kirini arındırır, Albedo ile aydınlanırız; Rubedo ile de belli konularda hata yapmayacak hale geliriz. Bu aslında "Dene, yanıl, öğren; geliş" döngüsünün daha süslü bir anlatısı, fakat bizim "Dene, yanıl, öğren; geliş" döngümüzün sonucu Tanrısallık olacak. Bu yüzden attığımız her adımda küçük de olsa bir Simyasal sürece giriyoruz. Elbette gerçek Magnum Opus ile kıyaslanamaz, fakat öğrenmenin de küçüğü büyüğü olmaz.
Buna şöyle bir ekleme de yapmak istiyorum; 5 elementten meydana geldiğimizi hepimiz biliyoruz. Hepimizin doğum haritasında farklı, baskın elementler var. Bunlarla birlikte zaman zaman yaşadığımız, dilimize "Su gibi akıp gitmek", "Kalbin alev alev yanması", "Havada kadar hafiflemek", "Taş gibi kaskatı kesilmek" ve daha gırla varyasyonla eklenmiş 'duygu durumları' deyimleri vardır. Yaşadığımız şeyler ile yanarız, kül oluruz; ruhumuzun elementleriyle 'oynarız'. Yer yer deneyler de yaparız.
Doğum haritamızdaki elementler ile başlarız, sonra kendimize yer yer zıtlıklar katarız. "Kir, saf olandan ayrılıyor"; bu noktada tekrar başa dönüyoruz, ilk halimiz; fakat daha temiz ve saf. Ruhumuz onun için zıt bir şey yaşadığından ötürü 'kararıyor', fakat sonra tekrar 'beyazlaşıyor'. Elementleri kurcalayıp duruyoruz, bazen de 'karartıyoruz' ve 'saflaştırıyoruz'. Misal en başta Ateş ve Su birbirine girmiş vaziyette olabilir, fakat kesin sonuç olarak ikisi de özüne dönüp 'ayrılmış' olacak. Kir temiz olandan ayrılacak ve o kiri oluşturan madde de kendi en saf haliyle ayrı olarak varlığını sürdürecek.
Bu noktada yaşadığımız iyisiyle kötüsüyle her şey devasa bir Simya deneyinin parçasıdır. Simya efsanelerinde Magnum Opus'un tarifi asla yazılamaz, çünkü herkes buna farklı şekillerde ve tariflerde ulaşır. Fakat en sonunda ulaşacağınız yer Magnum Opus'tur, bunu bilirsiniz; tüm bu deneyler sonucunda Felsefe Taşını edinip Altını elde edersiniz. Bu Altın, ruhunuzdur.
Yani bir anlamda Magnum Opus kavramı hayatımızın her anına işlemiştir, hayatın zirvesi noktasıdır ve biz de bu yolda yürüyerek aslında onun içinde bulunuruz.
Magnum Opus
Süreç olan Magnum Opus'ta, çoğunluk olarak bu sürecin Nigredo aşamasında olduğumuz söylenebilir. Ardından Simya efsaneleri bize 2 yahut 3 aşama daha söyler. Albedo ve Rubedo; bazı anlatılarda bu ikisinin arasında Citrinitas aşaması da geçer.
Bunu şöyle yorumluyorum; Nigredo şu an içinde bulunduğumuz, geçmişi geride bırakmanın ve Simyanın ilk aşaması. Bu dönem ile işimiz bittiğinde -ki bu oldu bittiye getirilecek bir şey değildir- Albedo aşaması başlar. Ben bunu kişinin ruhani anlamda derin bilgilerle inisiye edildiği, yer yer Siddhi'lerini kullanabildiği bir tür 'kahramanlık' dönemi olarak görüyorum. Citrinitas konusunda pek bilgim yok, bu kavramın Simyaya nasıl dahil olduğundan emin değilim. Rubedo aşaması ise kişinin Tanrılığa yükselmesi gereken aşamadır. Joy of Satanas'ta verilen Magnum Opus çalışmasına başlayacağımız zaman dilimi de bu döneme tekabül eder. Zaten fark ettiyseniz Joy of Satanas'taki Magnum Opus aşamalarını Nigredo, Albedo veya Rubedo olarak sınıflandırmak zordur; çünkü bu çalışma Magnum Opus'a gittiğimiz sürecin bittiği yerdir, Rubedo aşamasının başlangıç noktasıdır.
Bildiğimiz kadarıyla, Rubedo aşamasında alegorik olarak kişi ağlayıp kan akıtır; bu kanlar ise kadehte toplanır. Buradaki kan, Çakraların enerjisine dair bir semboldür. Ayrıca Epifiz Bezinden salgılanan Ambrosia/Nektar/Soma/Amrita sıvısı da bu kadehe akıp bir iksir oluşturur. O kadeh, Solar Çakradır; "O Bizim Kanımız, Şarabımızdır". Ardından kişinin Kundalini Yılanı uyanır, 'Sürgünler Prensi' yükselir ve 'Kıyamet' başlar. Ardından Yılan, iksire dokunarak bunu Kalp Çakrasına taşır ve Kalp Çakrası 'Felsefe Taşına' dönüşür. Bu sayede üst çakralar ile alt çakralar arasında müthiş bir bağlayıcı elde ederiz. Yılan daha da yükselir, 'Cennete' yani Taç Çakrasına ulaşır ve hakkı olan Cennet Tahtına oturur.
Bu noktada kişi artık tam anlamıyla bir Tanrıdır.