Adanmadan bir kaç ay önce sürekli olarak vizyonlar görüyordum, daha öncesinde de ruhaniyetle ilgili geçmişim olduğu için bahsedeceğim bu şeyi fazla garipsemiyorum; o zamanlarda yaptığım 3.gözle ilgili bir kaç çalışmanın -çoğu JoS'tan kopyalanıp yapıştırılmış bilgilerdi- ve geçmiş yaşamlarımdan gelen deneyimin de etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bu vizyonlar sayesinde en yakın olduğum Tanrıları ve Tanrıçaları keşfetmem hiç zor olmadı, hatta Koruyucumla ilgili yazı okumamış olsam ve yalnızca Sigil'ini görmüş olsam dahi hakkında pek çok bilginin zihnime aktığını hatırlıyorum. Antik Kültürlerdeki isimleri, hükümranlıkları, bulunduğu mitlerdeki alegorilerin ne anlama geldiği gibi. Ayrıca ilginç bir şey anımsıyorum, çocukluğumda bana 'Tanrı' ve 'Allah' tanımlamaları yapıldığında aklıma direkt olarak Ay'a oturmuş, bej rengi elbisesiyle güzel ve sevecen bir 'Ana Tanrıça' figürü canlanıyordu. Normal şartlarda insanlarda yaşlı bir dede yahut bulut gibi imgeler belirir, sonra da ona 'Allah'ın'cinsiyetsiz olduğu söylenip konu kapatılır. Fakat bende nedense Tanrıça figürü canlanıyordu, bunun da Leydi Astarte ve Onun 'Artemis' yönüyle bir ilişkisi olduğuna inanıyorum.
Gördüğüm vizyonlardan iki tanesini çok net hatırlıyorum. Bunların tam tarihini anımsamıyorum; bir kaç defa görmüş de olabilirim. Anlatacaklarım hem adanmadan önceki dönemi, hem de adandıktan sonraki dönemi kapsıyor.
Birincisi bayılmakla ilgili bir vizyondu. Saat sabah 6-7 sularında gözlerimi dinlendirirken bir anda bulunduğum ortam değişmiş ve evin bir köşesinde her tarafım mosmor olmuş şekilde bayıldığımı görmüştüm; yere düştüğümde de vizyon sona erdi ve afallamış şekilde olduğum yerde kaldım. Gördüğüm en gerçekçi vizyondu sanırım, ayrıca çok spesifikti. İşin garibi ben hayatımda hiç bayılmamıştım, yani daha önce yaşadığım bir şeyin travması da değildi.
Aradan bir süre geçti; kariyerime çok odaklandığım bir dönemden geçtim, gece gündüz çalışıyor ve bundan başka neredeyse hiç bir şey yapmıyordum. Günlük 1.5-2 saatliğine meditasyon yapıyordum o kadar. Bir gün eve geldikten sonra boynumda fena bir ağrı hissettim; ardından üşümeye başladım ki bu yavaş yavaş hipotermiye dönüştü, çünkü zangır zangır titriyordum. O gün kariyer için çalışmaya bir günlüğüne ara verdim; geçip yattım, fakat hiç bir şey değişmedi. Ben de son çare olarak ılık suyla duş alıp, kalınca giyinerek erkenden yattım.
Gece yarısı saat 3 sularında kalktım; üşümem geçmişti ve kalın giyindiğim şeyler yüzünden kan ter içinde kalmıştım, lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Sonra yatağa geri dönecekken aklıma bir şey geldi ve evin belli bir köşesinden bir şey almaya gittim. Sonra ne olduğunu tahmin edersiniz; o köşe vizyonumda gördüğüm yerdi, ben de bir anda bilincimi kaybedip bayıldım. Hayatımda ilk kez bayıldım, çok uzun sürdüğünü de zannetmiyorum; fakat bilincim yerine geldiğinde dehşete düşmüş halde sürekli olarak Tanrıların ve Babamızın isimlerini zikredip ayağa kalkmaya çalıştım. Sonra da kendimi sağ salim yatağa kadar götürebildim. Aile evinde olmadığım için eğer yatağa kadar gidemeseydim muhtemelen saatlerce yerde bilinçsiz halde yatacaktım. Korkunç bir deneyimdi.
Bu vizyonlardan ikincisi ise biraz farklı; sürekli olarak bir ismin zikredildiğini duyuyordum. Bu ismi tam olarak duyamıyordum fakat belli başlı kelimeler aklımda kalıyordu, elbette gizlilik dolayısıyla gerçek ismi paylaşmayacağım fakat örneklendirme yapabilirim. Duyduğum isim "-İ-EM" gibiydi ve çeşitli çağrışımlar yapıyordu; Gizem de olabilir, Sinem de olabilir, hatta İrem bile olabilir. Bu isme sahip birinin hayatımda büyük bir etki yaratacağına dair sezgilerim vardı.
Aradan bir süre geçti, ben de bulunduğum çevrede çeşitli insanlarla tanıştım. Birisinin ismi de -atıyorum- Didem'di. Ona karşı çekim hissettim -Venüslerimiz Güneşlerimize açı yapıyor, ikimizin de-; ardından yaşadığımız olaylar yüzlerce farklı anı daha çıkarabilir, fakat günün sonunda onunla aramdaki hikaye yarım kaldı ve bu hikaye şuan ki haliyle trajediye benziyor. Didem gelişim hevesi olan bir insandı, ona çeşitli şeyler öğrettim; fakat aradan bir süre geçtikten sonra işler değişti. Ben onunla ortak bir kariyer için daha da çok çalışmıştım, ardından bu kariyere ulaştım; fakat o hiç bir şeye ulaşamadı, ben ilerlesem de o geride kaldı. Bir noktadan sonra da muhtemelen hevesi kırıldı ve üst kimliğinden vazgeçip Andrapod tarzı bir yaşama geçmeyi tercih etti, Satürn galip geldi ve bir çocuğunu 'yedi'. Ona karşı duyduğum sevgi-dostluk-kardeşlik-sorumluluk gibi hislerin büyüklüğü göz önüne alınınca ben de duygusal açıdan oldukça zarar gördüm diyebilirim. Halen de görmeye devam edebilirdim, fakat kendisini ne kadar sevsem de ondan uzaklaşmak ve kendimden koparmak zorunda kaldım.
Bu olaylardan çıkardığım ders de gelişime uzun süre ara verilince yaşanabilecek düşüşlerin büyüklüğü oldu, ayrıca en çok bağlandığınız kişilere benzemeye başladığımızı da öğrendim; keza onun yanındayken benim de 'düştüğümü' hissediyordum. Ayrıca 'Satürn'ün Çocuklarını Yemesi' mitini de farklı perspektiflerden yorumlayabiliyorum. Eğer Zaman'a karşı çıkıp ruhani gelişimi aksatırsak Satürn, yani Zaman bizi yutar. Bunu ancak Zeus gibi ona karşı çıkarak, onun yapacağı sınamalar karşısında dimdik durup ruhani gelişime hiç ara vermeden devam ederek engelleyebiliriz. Her şey Zamanın kontrolü altında; doğa, öteki ve bu dünya, kurduğumuz bağlar... fakat Tanrılık kavramı bunun dışına çıkabiliyor; bu yüzden Demeter, Hades, Poseidon gibi Tanrılar Satürn tarafından yutulurken Tanrılığı temsil eden Zeus ona karşı çıkıp 'galip' geliyor. Kronos'un Katili.
Böyle bir kaç anım daha var; fakat üstüne en çok düşündüklerim ve açıklayabileceklerim bu kadar, geri kalanlar daha kişisel ve açığa vurmayı pek tercih etmiyorum.