Welcome to our New Forums!

Our forums have been upgraded and expanded!

Altay Yaratılış Destanı Üzerine

Alterai

New member
Joined
Jul 19, 2021
Messages
28
Sabah sabah boş vaktimi bu yazıya harcamaya karar vermiş bulunuyorum, olabildiğince uzun ve detaylı yazmayı deneyeceğim. Konu hakkındaki düşünce, eleştiri ve analizlerinizi bekliyor, eksiklik vesaire görmeniz durumunda uyarmanızı rica ediyorum.


Altay Yaratılış Destanı Hakkında


Altay Yaratılış Destanı Türk Mitolojisine göre evrenin yaratılışını, işleyişini ve düzeninin anlatan Türk destanıdır. Bu destan çok geç tarihlerde yazıya geçirilmiş olup iki ayrı derlemesi bulunur. Bunlardan biri W. Radloff diğeri ise Verbitskiy tarafından derlenmiştir. Wilhelm Radloff'a ait derlenmenin aslına daha yakın olduğu, Verbitskiy versiyonuna göre dış etkenlerden daha az etkilendiği düşünülmektedir. Bu yazıda iki versiyonu da incelemeyeceğiz, daha çok Verbitskiy versiyonuna odaklanacağız ve tabii bu versiyonun da belirli kısımlarına bakacağız zira aksi yazıyı hacimce aşırı uzatıyor, kısacası destanın tamamını buraya koymayacağım, merak edenler tam hâlini biraz arayarak bulabilirler. Bu ufak ön bilgiyi verdiğimize göre Verbitskiy'e ait derlemeyi inceleyelim.


Ülgen hep düşünmüştü ta göklere bakarak
Bir dünya istiyorum bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir ne yolla yaratayım

Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi,
yaşardı su içinde
Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde
Yaratmak istiyorsan sen de bir şeyler Ülgen
Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren
De ki hep “Yaptım oldu!” Başka bir şey söyleme
Hele yaratırken “Yaptım olmadı” deme!

Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez n’oluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
“Dinleyin, ey insanlar! Var’ı yok demeyiniz!
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”


Burada ne kast edilen şeylerin çok açık olduğunu düşünüyorum, Ülgen eril enerjileri temsil ederken Aka Ana dişil enerjileri temsil ediyor. En azından üstlendikleri roller bunlarla alakalı olmalı, zira üst çakralar (dişil olanlar) tasarlarken alt çakralar (eril olanlar) gerçekleştirir.

Anger and rage emanate from this chakra, thus the phrase "seeing red." The first three chakras are most influential in workings of magick, making things projected by the upper female chakras to manifest in reality. -Burası

Çevirisine de buraya bırakıyorum:

Öfke ve hışım bu çakradan gelir, “öfkeden kırmızı görmek” deyimi de buradan gelir. İlk (yani aşağıdaki) 3 çakra büyü çalışmalarında en etkili olan çakralardır, yukarıdaki dişil çakralar tarafından tasarlanan şeylerin gerçeklikte meydana gelmesini sağlar. -Burası

Zaten dikkatlice okursanız Ülgen'in ilk önce tasarımı düşündüğünü göreceksiniz, tam bu sırada dişil olan ak ana gelip Ülgen'e olumlamaya benzer bir tavsiye de bulunuyor. Nasıl yaratacağını anlatıyor, dişil ve eril yönler birleştiğinde ise yaratım nihayet başlıyor. Buradaki kavramamız gereken bir diğer şey ise anlatılan şeyin ruhani gücün kullanıma dair olduğu. Eril ve dişil yönlerin biri bile önemsiz görülmemeli aynı şekilde yaptığınız şeye inanmanız gerek, bir büyüde veya çalışmada "Olmuyor/Olmadı" demeniz çalışmayı baltalayacaktır.

Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez n’oluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
“Dinleyin, ey insanlar! Var’ı yok demeyiniz!
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”

Buranın da epey önemli olduğunu düşünüyorum, "Var'ı yok demek" ile kast edilen şey elbette Budizm gibi varlığı reddeden ve ruhani intiharı amaç edinmiş sistemlerdeki gibi bir bakış açısının yıkıma götüreceği olabilir. Budizm'de önemli yer tutan Kalp Sutra gibi metinleri okursanız varlığı reddeden bu bakış açısını kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Aynı şekilde Yahudi Kabalası ve Tasavvufta kendi varlığını reddedip Bir'in (Yehova Küpü) parçası olmaya odaklıdır, Enel Hakk'ı ve Vahdet-i Vücud'u hatırlayın. Aynı şekilde işaret edebileceği bir diğer yer de ruhun reddedilişi yani materyalist bakış açısı olabilir, ruh varken reddedilişi kişiye yine yıkıma götürecektir. Ruhunu yok kabul edenler, sönüp yok olup gitmeye mahkumdurlar.

Buradan sonra daha zorlu bir alegorinin olduğu kısma geliyoruz:

Ülgen yere bakarak: “ — Yaratılsın yer!” Demiş.
Bu istek üzerine, denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak : “ — yaratılsın Gök!” Demiş.
Bu buyruk üzerine, üstünü gök bezemiş!
Tanrı Ülgen durmamış, ayrıca vermiş salık,
Bu dünyanın yanına, yaratılmış üç balık.

Bu büyük balıkların, üstüne dünya konmuş,
Balıklar çok büyükmüş, dünyaya destek olmuş.
Dünyanın yanlarına, iki de balık konmuş,
Dünya gezer olmamış, bir yerde kalıp donmuş.
Bir başka balık ise, yere gerilmiş imiş,
Kapkaranlık kuzeye, başı çevrilmiş imiş.
Ortadaki balığın başı tam kuzeydeymiş,
Tufan hemen başlarmış, yönü az değişseymiş.
Onun başı her zaman, tam yönle durmalıymış,
Bu yön hiç değişmeden, kuzeyde olmalıymış.
Onun başı az düşse, tufanlar başlar imiş,
Tufanla taşan sular, dünyayı kaplar imiş.
Başı zincirler ile, bu yüzden bağlanmıştı,
Başın oynamaması, bu yolla sağlanmıştı.
Zincirler bağlanmışmış, ortadaki direğe,
Balık n'olur, ne olmaz, kımıldamasın diye!


Şimdi bu alegoriyi anlatmadan önce metafora biraz odaklanalım. Üç balık yaratılıyor, biri dünyayı taşımak üzeri ortaya konuyor ve bunun başı kuzeye yani yukarıya dönmek zorundayken, diğer ikisi dünyanın yanlarına bırakılıyor. Buraya geri döneceğiz ama şimdi metaforu anlamak için Hint Mitolojisine biraz bakmamız gerekiyor.

Bu Orta Asya tasavvurlarını aynı konudaki Tibet tasavvurları ile karşılaştırdığımızda birbirlerine şaşılacak derecede benzediklerini görürüz. Her iki inanışın da kökenin de Tanrı Vişnu’nun bir kaplumbağa görüntüsünde dünyayı sırtında taşıma tasavvurunun oluşu, daha sonraki dönemlerde kadim Tanrı Vişnu’nun yerini Budizmdeki Bodhisatvalardan biri alacaktır. -Uno Harva, Altay Panteonu, syf: 20

Vişnu üzerine forumlarda söylenenlerden devam edelim:

For this reason Visnu is the kundalini energy. In his sleeping state the serpent energy still effects and rules the unconscious mind the dreaming and its awakened and risen state it unites both the male and female the conscious and unconscious mind together. The unmanifested reality is the reality waiting to be manifested with the awakening of the serpent.

Visnu is the creator God who after creating the universe the worlds and such then sleeps on the cosmic waters. This is the description of the kundalini energy in Hinduism. Its the energy that creates and manifests the being and then it travels down the to the base of the spine sleeping and dreaming waiting to be activated and brought up the spine to the crown to transform the being into the Light Body. The avatar's of Visnu especially the earliest the Fish avatar deal with the transformation and salvation of the world. This is allegorical of the serpent power transforming the entire being into the ascended state. -Burası

Vişnu burada Kundalini ile ilişkilendirilmiş aynı şekilde Vişnu'nun avatarlarından birinin de balık olduğunu görüyoruz, kaplumbağa vs. gibi avatarları da var. Bu avatarların dünyayı taşımaları ilginç bir benzerlik. Benim düşüncem Altay Yaratılış Destanındaki bu üç balığın Kök Çakrası ve onunla aynı hizada olmayan iki uzantısı bel çakralarını temsil ettiği. Ortadaki balığın başı kuzeye yani yukarıya dönük olmak zorunda çünkü Kök Çakrası yukarıya dönük olmalı aynı şekilde dünyayı taşıyor çünkü o en altta ve diğer iki balık dünyanın yanında duruyor, ortadaki ile aynı hizada durmuyorlar çünkü bu balıklar aslında bel çakraları. Vişnu'nun Kundalini ile ilişkilendirilmesinden tam olarak bu çıkartılabilir mi, bilmiyorum ama daha iyi bir teori ortaya koyamıyorum açıkçası.

The hip chakras are extensions of the base chakra, but like the shoulder chakras in proximity to the heart, they are located a bit higher. -Burası

Çevirisini de bırakıyorum:

Tuhaf bir basınç, ağırlık veya hafif bir ağrı hissi, bu çakraların yerini doğru bir şekilde tespit edip açtığınıza yönelik pozitif bir işarettir. Bel çakraları Kök Çakrasının birer uzantısıdır, ancak omuz çakralarının Kalp Çakrasıyla ilişkisinde de olduğu gibi, bel çakralarının yeri de Kök Çakrasından biraz daha yukarıdadır. -Burası

Destanın devamı da incelenmeye değer olmakla beraber şimdilik burada bitiriyor, yorumlarınızı bekliyorum.
 
Yine harika olmuş, dostum. Güzel noktalar yakalamışsın Ak Ana ve Ülgen'in sembolizmleri gibi. Ancak ortaya çıkardığın noktalar birkaç soru daha doğuruyor. Onları da araştırıp yeni yazılarında sunarsın artık. :lol:
 
Alterai said:
Sabah sabah boş vaktimi bu yazıya harcamaya karar vermiş bulunuyorum, olabildiğince uzun ve detaylı yazmayı deneyeceğim. Konu hakkındaki düşünce, eleştiri ve analizlerinizi bekliyor, eksiklik vesaire görmeniz durumunda uyarmanızı rica ediyorum.


Altay Yaratılış Destanı Hakkında


Altay Yaratılış Destanı Türk Mitolojisine göre evrenin yaratılışını, işleyişini ve düzeninin anlatan Türk destanıdır. Bu destan çok geç tarihlerde yazıya geçirilmiş olup iki ayrı derlemesi bulunur. Bunlardan biri W. Radloff diğeri ise Verbitskiy tarafından derlenmiştir. Wilhelm Radloff'a ait derlenmenin aslına daha yakın olduğu, Verbitskiy versiyonuna göre dış etkenlerden daha az etkilendiği düşünülmektedir. Bu yazıda iki versiyonu da incelemeyeceğiz, daha çok Verbitskiy versiyonuna odaklanacağız ve tabii bu versiyonun da belirli kısımlarına bakacağız zira aksi yazıyı hacimce aşırı uzatıyor, kısacası destanın tamamını buraya koymayacağım, merak edenler tam hâlini biraz arayarak bulabilirler. Bu ufak ön bilgiyi verdiğimize göre Verbitskiy'e ait derlemeyi inceleyelim.


Ülgen hep düşünmüştü ta göklere bakarak
Bir dünya istiyorum bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir ne yolla yaratayım

Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi,
yaşardı su içinde
Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde
Yaratmak istiyorsan sen de bir şeyler Ülgen
Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren
De ki hep “Yaptım oldu!” Başka bir şey söyleme
Hele yaratırken “Yaptım olmadı” deme!

Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez n’oluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
“Dinleyin, ey insanlar! Var’ı yok demeyiniz!
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”


Burada ne kast edilen şeylerin çok açık olduğunu düşünüyorum, Ülgen eril enerjileri temsil ederken Aka Ana dişil enerjileri temsil ediyor. En azından üstlendikleri roller bunlarla alakalı olmalı, zira üst çakralar (dişil olanlar) tasarlarken alt çakralar (eril olanlar) gerçekleştirir.

Anger and rage emanate from this chakra, thus the phrase "seeing red." The first three chakras are most influential in workings of magick, making things projected by the upper female chakras to manifest in reality. -Burası

Çevirisine de buraya bırakıyorum:

Öfke ve hışım bu çakradan gelir, “öfkeden kırmızı görmek” deyimi de buradan gelir. İlk (yani aşağıdaki) 3 çakra büyü çalışmalarında en etkili olan çakralardır, yukarıdaki dişil çakralar tarafından tasarlanan şeylerin gerçeklikte meydana gelmesini sağlar. -Burası

Zaten dikkatlice okursanız Ülgen'in ilk önce tasarımı düşündüğünü göreceksiniz, tam bu sırada dişil olan ak ana gelip Ülgen'e olumlamaya benzer bir tavsiye de bulunuyor. Nasıl yaratacağını anlatıyor, dişil ve eril yönler birleştiğinde ise yaratım nihayet başlıyor. Buradaki kavramamız gereken bir diğer şey ise anlatılan şeyin ruhani gücün kullanıma dair olduğu. Eril ve dişil yönlerin biri bile önemsiz görülmemeli aynı şekilde yaptığınız şeye inanmanız gerek, bir büyüde veya çalışmada "Olmuyor/Olmadı" demeniz çalışmayı baltalayacaktır.

Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez n’oluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
“Dinleyin, ey insanlar! Var’ı yok demeyiniz!
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”

Buranın da epey önemli olduğunu düşünüyorum, "Var'ı yok demek" ile kast edilen şey elbette Budizm gibi varlığı reddeden ve ruhani intiharı amaç edinmiş sistemlerdeki gibi bir bakış açısının yıkıma götüreceği olabilir. Budizm'de önemli yer tutan Kalp Sutra gibi metinleri okursanız varlığı reddeden bu bakış açısını kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Aynı şekilde Yahudi Kabalası ve Tasavvufta kendi varlığını reddedip Bir'in (Yehova Küpü) parçası olmaya odaklıdır, Enel Hakk'ı ve Vahdet-i Vücud'u hatırlayın. Aynı şekilde işaret edebileceği bir diğer yer de ruhun reddedilişi yani materyalist bakış açısı olabilir, ruh varken reddedilişi kişiye yine yıkıma götürecektir. Ruhunu yok kabul edenler, sönüp yok olup gitmeye mahkumdurlar.

Buradan sonra daha zorlu bir alegorinin olduğu kısma geliyoruz:

Ülgen yere bakarak: “ — Yaratılsın yer!” Demiş.
Bu istek üzerine, denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak : “ — yaratılsın Gök!” Demiş.
Bu buyruk üzerine, üstünü gök bezemiş!
Tanrı Ülgen durmamış, ayrıca vermiş salık,
Bu dünyanın yanına, yaratılmış üç balık.

Bu büyük balıkların, üstüne dünya konmuş,
Balıklar çok büyükmüş, dünyaya destek olmuş.
Dünyanın yanlarına, iki de balık konmuş,
Dünya gezer olmamış, bir yerde kalıp donmuş.
Bir başka balık ise, yere gerilmiş imiş,
Kapkaranlık kuzeye, başı çevrilmiş imiş.
Ortadaki balığın başı tam kuzeydeymiş,
Tufan hemen başlarmış, yönü az değişseymiş.
Onun başı her zaman, tam yönle durmalıymış,
Bu yön hiç değişmeden, kuzeyde olmalıymış.
Onun başı az düşse, tufanlar başlar imiş,
Tufanla taşan sular, dünyayı kaplar imiş.
Başı zincirler ile, bu yüzden bağlanmıştı,
Başın oynamaması, bu yolla sağlanmıştı.
Zincirler bağlanmışmış, ortadaki direğe,
Balık n'olur, ne olmaz, kımıldamasın diye!


Şimdi bu alegoriyi anlatmadan önce metafora biraz odaklanalım. Üç balık yaratılıyor, biri dünyayı taşımak üzeri ortaya konuyor ve bunun başı kuzeye yani yukarıya dönmek zorundayken, diğer ikisi dünyanın yanlarına bırakılıyor. Buraya geri döneceğiz ama şimdi metaforu anlamak için Hint Mitolojisine biraz bakmamız gerekiyor.

Bu Orta Asya tasavvurlarını aynı konudaki Tibet tasavvurları ile karşılaştırdığımızda birbirlerine şaşılacak derecede benzediklerini görürüz. Her iki inanışın da kökenin de Tanrı Vişnu’nun bir kaplumbağa görüntüsünde dünyayı sırtında taşıma tasavvurunun oluşu, daha sonraki dönemlerde kadim Tanrı Vişnu’nun yerini Budizmdeki Bodhisatvalardan biri alacaktır. -Uno Harva, Altay Panteonu, syf: 20

Vişnu üzerine forumlarda söylenenlerden devam edelim:

For this reason Visnu is the kundalini energy. In his sleeping state the serpent energy still effects and rules the unconscious mind the dreaming and its awakened and risen state it unites both the male and female the conscious and unconscious mind together. The unmanifested reality is the reality waiting to be manifested with the awakening of the serpent.

Visnu is the creator God who after creating the universe the worlds and such then sleeps on the cosmic waters. This is the description of the kundalini energy in Hinduism. Its the energy that creates and manifests the being and then it travels down the to the base of the spine sleeping and dreaming waiting to be activated and brought up the spine to the crown to transform the being into the Light Body. The avatar's of Visnu especially the earliest the Fish avatar deal with the transformation and salvation of the world. This is allegorical of the serpent power transforming the entire being into the ascended state. -Burası

Vişnu burada Kundalini ile ilişkilendirilmiş aynı şekilde Vişnu'nun avatarlarından birinin de balık olduğunu görüyoruz, kaplumbağa vs. gibi avatarları da var. Bu avatarların dünyayı taşımaları ilginç bir benzerlik. Benim düşüncem Altay Yaratılış Destanındaki bu üç balığın Kök Çakrası ve onunla aynı hizada olmayan iki uzantısı bel çakralarını temsil ettiği. Ortadaki balığın başı kuzeye yani yukarıya dönük olmak zorunda çünkü Kök Çakrası yukarıya dönük olmalı aynı şekilde dünyayı taşıyor çünkü o en altta ve diğer iki balık dünyanın yanında duruyor, ortadaki ile aynı hizada durmuyorlar çünkü bu balıklar aslında bel çakraları. Vişnu'nun Kundalini ile ilişkilendirilmesinden tam olarak bu çıkartılabilir mi, bilmiyorum ama daha iyi bir teori ortaya koyamıyorum açıkçası.

The hip chakras are extensions of the base chakra, but like the shoulder chakras in proximity to the heart, they are located a bit higher. -Burası

Çevirisini de bırakıyorum:

Tuhaf bir basınç, ağırlık veya hafif bir ağrı hissi, bu çakraların yerini doğru bir şekilde tespit edip açtığınıza yönelik pozitif bir işarettir. Bel çakraları Kök Çakrasının birer uzantısıdır, ancak omuz çakralarının Kalp Çakrasıyla ilişkisinde de olduğu gibi, bel çakralarının yeri de Kök Çakrasından biraz daha yukarıdadır. -Burası

Destanın devamı da incelenmeye değer olmakla beraber şimdilik burada bitiriyor, yorumlarınızı bekliyorum.

Esenlikler,
Bu güzel yazıyı vakit ayırıp buraya bırakman çok güzel birşey . Bu arada uzun zamandır aklımda olan bir yazı var benimde 'Atalarımızın gök tanrı dini ' adlı kaynak buldum(altın çağı,demir çağı ve ve birkaç şeyi anlatıyor .) Bu konuyu bana bırakın lütfen .Önlemimi alayım şimdiden :lol: .
 
Çok güzel yazmışsın! Mitolojiler arasındaki benzerlikler şaşırtıcı. Bir de ben şöyle düşünüyorum, insan bir mikrokozmos olduğu için yaratılan evren ya da yer, gök insan ile özdeşleştiriliyor mitolojilerde. Evrendeki elementler ve insandaki elementler. Astroloji de tam olarak böyle çalışıyor: makrokozmos-mikrokozmos. Mesela HoodedCobra, Lord Thoth’un bahsettiği piramit şeklindeki evrenin bizim 3. gözümüzle görüp algıladığımız evren olduğunu söylemişti. Yani evren bizim evrenimiz. Bu nedenle alegorilerin çakraları anlatması zaten çok muhtemel olduğu gibi farklı mitolojilerde verilen “aynı” mesaj dikkat çekici. Sudaki Ak-Ana’nın dişil enerji ve belki üst çakraların temsilcisi olması çok mümkün. Ortadaki balık kundalini yılanı ve diğer yandaki ikisi ise ida ve pingala da olabilir belki. Ama özellikle yukarı diye belirtilmesi ve balıkların taşıma görevinde olmaları (bir temel oluşturmaları), sivri ucu yukarı bakan piramit şeklindeki kök çakrayı ve ek çakralarını anlatabilir gerçekten. Doğru hizalandırmak da önemli çünkü. Bununla ilgili meditasyonlar var JoS’ta. Bilemiyorum. Tekrar teşekkürler bu yazı için. Devamı da gelsin lütfen.
 
Aratosbung said:
Mugetsu said:
Alterai said:
Sabah sabah boş vaktimi bu yazıya harcamaya karar vermiş bulunuyorum, olabildiğince uzun ve detaylı yazmayı deneyeceğim. Konu hakkındaki düşünce, eleştiri ve analizlerinizi bekliyor, eksiklik vesaire görmeniz durumunda uyarmanızı rica ediyorum.


Altay Yaratılış Destanı Hakkında


Altay Yaratılış Destanı Türk Mitolojisine göre evrenin yaratılışını, işleyişini ve düzeninin anlatan Türk destanıdır. Bu destan çok geç tarihlerde yazıya geçirilmiş olup iki ayrı derlemesi bulunur. Bunlardan biri W. Radloff diğeri ise Verbitskiy tarafından derlenmiştir. Wilhelm Radloff'a ait derlenmenin aslına daha yakın olduğu, Verbitskiy versiyonuna göre dış etkenlerden daha az etkilendiği düşünülmektedir. Bu yazıda iki versiyonu da incelemeyeceğiz, daha çok Verbitskiy versiyonuna odaklanacağız ve tabii bu versiyonun da belirli kısımlarına bakacağız zira aksi yazıyı hacimce aşırı uzatıyor, kısacası destanın tamamını buraya koymayacağım, merak edenler tam hâlini biraz arayarak bulabilirler. Bu ufak ön bilgiyi verdiğimize göre Verbitskiy'e ait derlemeyi inceleyelim.





Burada ne kast edilen şeylerin çok açık olduğunu düşünüyorum, Ülgen eril enerjileri temsil ederken Aka Ana dişil enerjileri temsil ediyor. En azından üstlendikleri roller bunlarla alakalı olmalı, zira üst çakralar (dişil olanlar) tasarlarken alt çakralar (eril olanlar) gerçekleştirir.



Çevirisine de buraya bırakıyorum:



Zaten dikkatlice okursanız Ülgen'in ilk önce tasarımı düşündüğünü göreceksiniz, tam bu sırada dişil olan ak ana gelip Ülgen'e olumlamaya benzer bir tavsiye de bulunuyor. Nasıl yaratacağını anlatıyor, dişil ve eril yönler birleştiğinde ise yaratım nihayet başlıyor. Buradaki kavramamız gereken bir diğer şey ise anlatılan şeyin ruhani gücün kullanıma dair olduğu. Eril ve dişil yönlerin biri bile önemsiz görülmemeli aynı şekilde yaptığınız şeye inanmanız gerek, bir büyüde veya çalışmada "Olmuyor/Olmadı" demeniz çalışmayı baltalayacaktır.



Buranın da epey önemli olduğunu düşünüyorum, "Var'ı yok demek" ile kast edilen şey elbette Budizm gibi varlığı reddeden ve ruhani intiharı amaç edinmiş sistemlerdeki gibi bir bakış açısının yıkıma götüreceği olabilir. Budizm'de önemli yer tutan Kalp Sutra gibi metinleri okursanız varlığı reddeden bu bakış açısını kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Aynı şekilde Yahudi Kabalası ve Tasavvufta kendi varlığını reddedip Bir'in (Yehova Küpü) parçası olmaya odaklıdır, Enel Hakk'ı ve Vahdet-i Vücud'u hatırlayın. Aynı şekilde işaret edebileceği bir diğer yer de ruhun reddedilişi yani materyalist bakış açısı olabilir, ruh varken reddedilişi kişiye yine yıkıma götürecektir. Ruhunu yok kabul edenler, sönüp yok olup gitmeye mahkumdurlar.

Buradan sonra daha zorlu bir alegorinin olduğu kısma geliyoruz:




Şimdi bu alegoriyi anlatmadan önce metafora biraz odaklanalım. Üç balık yaratılıyor, biri dünyayı taşımak üzeri ortaya konuyor ve bunun başı kuzeye yani yukarıya dönmek zorundayken, diğer ikisi dünyanın yanlarına bırakılıyor. Buraya geri döneceğiz ama şimdi metaforu anlamak için Hint Mitolojisine biraz bakmamız gerekiyor.



Vişnu üzerine forumlarda söylenenlerden devam edelim:



Vişnu burada Kundalini ile ilişkilendirilmiş aynı şekilde Vişnu'nun avatarlarından birinin de balık olduğunu görüyoruz, kaplumbağa vs. gibi avatarları da var. Bu avatarların dünyayı taşımaları ilginç bir benzerlik. Benim düşüncem Altay Yaratılış Destanındaki bu üç balığın Kök Çakrası ve onunla aynı hizada olmayan iki uzantısı bel çakralarını temsil ettiği. Ortadaki balığın başı kuzeye yani yukarıya dönük olmak zorunda çünkü Kök Çakrası yukarıya dönük olmalı aynı şekilde dünyayı taşıyor çünkü o en altta ve diğer iki balık dünyanın yanında duruyor, ortadaki ile aynı hizada durmuyorlar çünkü bu balıklar aslında bel çakraları. Vişnu'nun Kundalini ile ilişkilendirilmesinden tam olarak bu çıkartılabilir mi, bilmiyorum ama daha iyi bir teori ortaya koyamıyorum açıkçası.



Çevirisini de bırakıyorum:



Destanın devamı da incelenmeye değer olmakla beraber şimdilik burada bitiriyor, yorumlarınızı bekliyorum.

Esenlikler,
Bu güzel yazıyı vakit ayırıp buraya bırakman çok güzel birşey . Bu arada uzun zamandır aklımda olan bir yazı var benimde 'Atalarımızın gök tanrı dini ' adlı kaynak buldum(altın çağı,demir çağı ve ve birkaç şeyi anlatıyor .) Bu konuyu bana bırakın lütfen .Önlemimi alayım şimdiden :lol: .

Tengricilik anlamında fazla kaynak yok, hatta Tengricilik kendi kafana göre yaşamandır. Sadece gelenekler besler Tengriciliği.
Akay Kine'nin ışığında Gök Tanrı İnancı'nın Bilinmeyenleri kitabına bakabilirsin.

Teşekür ederim . Açıkçası beni büyük bir yanlıştan dönderdin desem yeridir . Senin önderdiğin kaynağı araştırsam çok daha iyi olur .
 
Aratosbung said:
Mugetsu said:
Aratosbung said:
Tengricilik anlamında fazla kaynak yok, hatta Tengricilik kendi kafana göre yaşamandır. Sadece gelenekler besler Tengriciliği.
Akay Kine'nin ışığında Gök Tanrı İnancı'nın Bilinmeyenleri kitabına bakabilirsin.

Teşekür ederim . Açıkçası beni büyük bir yanlıştan dönderdin desem yeridir . Senin önderdiğin kaynağı araştırsam çok daha iyi olur .

Ne demek. Bir süre Şamanizm'i ve Tengriciliği araştırdım.
Gökbey Uluç ve Umut Ramazan Sazçalar yaşayan şamanlardan biri diye biliyorum. Tabii daha şaman var. https://tengriciturkiye.blogspot.com/?m=1 bu da Umut'un sitesi. Kendisinin kısa ve öz Tengricilik kitabı da var: Yaşayan Tengricilik. Play store'da 1 TL.
Araştırmalarıma göre bu din ve inanç sistemi dışarıya kapalı. Şaman bulman lazım ve o şamanın seni eğitmek istemesi lazım. Bu da zor. Ya da parayla ayinlere katılman gerekir. Ben şahsen şamanizm'i bıraktım. Satanizm kat kat daha iyi bence. Zaten özünü kaybetmiş bir sistem ve din.
Ayrıca Ruhsal dünyaya uyanış kitabına da bak derim internette mevcut. Şamanizm'de esas şey yolculuktur. Yolculukla kanserin bile iyileştiğini söylerler.

Sanırsam bende şamanizmden ilerlemem . Bana da satanizm daha iyi geliyor .
"Ayrıca Ruhsal dünyaya uyanış kitabına da bak derim internette mevcut."
Bunu bugün araştırayım kafama bilgi kazınsın sonra da özet bir biçimde ne zaman olur bilmiyorum ama bilgisini paylaşayım . Okula gitmedim bugün, uyuyakladığım için ruhsal çalışmalarımı yapmam gerekiyor . Şamanizm merak uyandırmıyor değil ufak tefek bir şeyler bakarım . Bolca tavsiyelerin ve bilgilerin için çok teşekür ederim.
İyi günler.
 
Esenlikler,

Yine çok güzel bir yazı olmuş. Artık her akşam, ''Acaba bugün Alterai yazı paylaştı mı?'' deyip foruma girmek bende alışkanlık yaptı, anlatamam. Paylaştığın metaforun ilk kısmı dediğin gibi açıklamaya bile gerek olmadan, direkt kendisini belli ediyor. İkinci kısım ise, çok güzel yerden yakalamışsın ama dediğin gibi oldukça zor bir benzetme. Özellikle geçen zamanı ve ağızdan ağıza şeklinde devam edişini düşünürsek, üstüne üstlük düşman dejenerasyonunu da işin içine kattığımızda böyle kopukluklar olabilmesi çok normal.

Günümüzde özellikle birlik inancı çok tehlikeli. İbrahimi inançlara düşmeyecek kadar edep sahibi ve materyalist olmayacak kadar hayatın farkında olan insanları, ruhaniyete attıkları ilk adımlarıyla beraber direkt kendilerine çekmeyi başarıyorlar. Bunun sebebi de birlik inancının hiçbir şey sunmadan yehova zehrini direkt olarak veriyor olması. Çünkü bir şey sunmaya çalışsa saçmalayacak ve foyası meydana çıkacak. Doğal olarak bu tuzağa düşen insanlar da kendi varlıklarını reddetmeyle eşdeğerde olabilecek, ölünce birleşeceklerine inanıyorlar. Bu da onların kıvamlarını yehova küpüne girmek üzere doğru bir şekilde hazırlıyor.

Bu arada ''elit'' materyalistler özellikle ikinci kısmı görmesin aman ha, üstün zekalarıyla dalga geçebilecekleri malzemeyi içeriyor tam. Sever onlar öyle şeyleri... :lol:

''Dinleyin, ey materyalistler! Var’ı yok demeyiniz!
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!''

İyi günler.
 
Esenlikler,

Övgüleriniz için topluca bir teşekkür ederim. Vaktim ve şevkim olduğu sürece yazılara devam edeceğim konusunda şüpheniz olmasın, şu anlık vakit konusunda çeşitli problemlerim var. O yüzden birkaç hafta içinde bir şeyler yazamayabilirim. Bunun haricinde şu ana kadar yazdıklarımın Türk Mitolojisi-Satanizm bağlamında atılan ilk adımlardan olduğunu unutmamamız gerekiyor, zaman içinde Türkiye Satanistleri arasında spiritüel ve entelektüel ilerleme sağlandıkça başka kardeşlerimiz de bu tarz yazılar yazacaktır, hatalı çıkarımlarımız da bu süreç içinde düzeltilecek hatta spiritüel ilerleyişle beraber doğrudan tanrılar aracılığı ile mitolojimiz hakkında bilgiler edinilecektir.

Benim amacım şimdilik bilgimin ve sezgimin yettiğince bir temel oluşturmaya çalışmak, bu sayede gelecekte Türk Mitolojisi-Satanizm bağlantısını araştıran kardeşlerimiz doğrudan karanlık bir ormana dalmak zorunda kalmayacaklar, ellerinde bir fener olacak. Tekrardan hepinize iltifat ve düşünceleriniz için teşekkür ederim, Şeref ve Güç Ebediyen Şeytan’a Atfolsun!
 

Al Jilwah: Chapter IV

"It is my desire that all my followers unite in a bond of unity, lest those who are without prevail against them." - Satan

Back
Top