Sonne
Moderator
- Joined
- Oct 23, 2023
- Messages
- 983
Bu metin, Joy of Satan Muhafızı Power of Justice’ın forumlardaki yazısından çevrilmiştir.
Bu makalenin amacı, bir Spiritüel Satanistin ilerlememek için sahip olabileceği tüm bahaneleri ortadan kaldırmak ve kişinin nihai sorumluluğunun kendisine ait olduğunu göstermektir. Bilinçli olmamızın ve bu yaşamı deneyimleyebilmemizin tek nedeninin ruhumuz olduğunu açıklayacak ve onun sahip olduğu inanılmaz yaratıcı gücü kelimelere dökmeye çalışacağım.
Büyümenin yollarını aramak yerine forumlara gelip Satanizm'in neden kendilerine göre olmadığı, 2 hafta boyunca meditasyon yaptıktan sonra hiçbir sonuç alamadıklarını ya da her zaman motivasyonsuz oldukları ve hiçbir şey yapamadıkları hakkında koca koca yazılar yazan insanlar görmekten nefret ediyorum. İhmal etmeyi seçtikleri ve cehaletten solup gitmesine izin verdikleri ruhlarının hayatlarının her yönünü yaratmaktan sorumlu olduğunu anlamıyorlar.
Ruhlarımızla gerçekte ne kadar temas hâlinde olduğumuzu göstermek için, öncelikle düşüncelerimizin ve kimliğimizin kaynağı olduğuna inandığımız beynin kendisinin aslında sadece bir araç, bilincin bir alıcısı olduğu ancak kaynağı olmadığı ve insan zihninin beyinde, internetin dizüstü bilgisayarınızda veya modeminizde olduğundan farklı olmadığı fikrini inceleyeceğim. Ardından, etrafımızdaki dünyayı etkileme ve yaratma gücümüzün arkasındaki mekaniğin kısaca üzerinden gideceğim.
“Benim beynim sadece bir alıcıdır. Evrende bilgi, güç ve ilham aldığımız bir kaynak vardır. Bu kaynağın sırlarına nüfuz etmedim ancak var olduğunu biliyorum.” - Nikola Tesla
Wilder Penfield adında Kanadalı bir beyin cerrahının araştırmaları, 1930'lardan 1970'lere kadar epileptik hastalarla yaptığı ve beynin, hafızanın ve zihnin iç işleyişinin yanı sıra bunların etkileşimleri hakkında kendisine benzersiz bir içgörü sağlayan çalışmalarıyla dikkat çekmektedir.
Beyin ameliyatı sırasında, beyin açığa çıkarıldıktan sonra, “yumuşak” bir elektrik akımı üreten bir elektrot kullanarak beynin bölgelerini uyarabileceğini ve belirli, tekrarlanabilir ve çoğu zaman büyüleyici sonuçlar alabileceğini keşfetti. Hastaların prosedür boyunca bilinçleri açık tutuldu, böylece doktorlar operasyon boyunca bir konuşma gerçekleştirebildi ve bu elektrik akımlarının üreteceği deneyimin doğası hakkında anında geri bildirim alabildi.
Bir vakada, uyarılan bir bölge, bir adamın sadece piyano çalındığını duymasına değil, aynı zamanda önünde oturan adamın piyano çaldığını görmesine de neden oldu. Bir başka vakada, bir çocuk bir sandalyede oturup şarkı söyleyen adamlar gördüğünü bildirmiş, bir başka vakada ise hasta tam bir orkestra duymuştur.
Tüm vakalarda, hastalar olayları genellikle bir anıyı hatırladığınız gibi değil, ki bu genellikle geçici bir zihinsel görüntüdür, aksine o kadar açık ayrıntılarla hatırladılar ki sanki söz konusu olayı yeniden yaşıyorlardı. Bazı hastalar kelimenin tam anlamıyla önlerindeki insanları görmüş ve onları sanki gerçekten oradaymışlar gibi net bir şekilde duymuşlardır. Geçmiş olayları mükemmel bir şekilde hatırlıyor ve görsel vakalarda 3 boyutlu veya holografik hafızaya sahip görünüyorlardı.
Dr. Penfield'in ifadesiyle, sanki zihin “bilinç ekranına bir anı ya da rüya yansıtabiliyordu”. Dahası, bireylerin beyinlerini uyardığında ve bir şey hatırladıklarında - bir görüntü, bir ses veya bir his - bu anıların her zaman o anda onlara eşlik eden düşünce süreçleri tarafından takip edildiğini buldu. Dolayısıyla, beynimizin duyusal verileri bütün bir birim olarak kaydettiği sonucuna varılabilir.
İlginç olan bir diğer şey ise, geri getirilen olayların tamamen sıradan olması, yani genellikle hiçbir önemi olmayan sıradan olaylar olması. Bu da beynimizin aslında hayatımızın her ayrıntısını, hatta sıradan olanları bile kaydettiğini ve eğer bunlardan nasıl faydalanacağımızı, başka bir deyişle zihnimizin tüm potansiyelini nasıl kullanacağımızı bilirsek, bu bilgilere tamamen erişebileceğimizi göstermektedir.
Wilder Penfield, eğer beyin gerçekten de tüm deneyimlerimizi kaydediyorsa, o zaman bu geniş bilgi ve hafıza arşivine girdiğimizde, yaşamımız boyunca kaydedilen çok miktarda bilgi göz önüne alındığında, sıradan olaylarla karşılaşmamızın doğal olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca, hastaların ameliyat sırasında derin anestezi altında olması gibi, beyin uykudayken bile zihnin hafızayı koruduğunun görüldüğünü, nüfusun yaklaşık yüzden birinin doktorların ne söylediğini ve hatta prosedürün bazı ayrıntılarını hatırladığını belirtti.
“Derin anestezi altında, neredeyse hiç yüksek beyin dalgası yoktur, bu da serebral korteksin bir cerrahın ne söylediğini hatırlamak gibi karmaşık bir şeyi başarmasını imkânsız hâle getirir.”
Wilder Penfield'in yaklaşık 40 yıl süren araştırmalarının ardından zihnin beyinden ayrı bir şey olduğu ve çalışmak için beyne ihtiyaç duymadığı sonucuna varmasının nedenlerinden biri de budur. Bunun kanıtı, beyin dokusu ve hatta tüm yarım küresi alınan hastalarda görülebilir.
Johns Hopkins Üniversitesi (J.H.U.) tarafından yürütülen bir çalışmada, beyin hasarlı çocukların beyinlerinin hasarlı yarım kürelerini çıkartarak zeka düzeylerini ve fiziksel koordinasyonlarını geliştirebileceklerini buldular. Özünde, çocukların beyninin hasarlı kısmını tam anlamıyla kesip çıkardılar.
Beyinle ilgili mevcut anlayışımıza göre, bu operasyon çocuğun hafıza oluşturma ve hafızada tutma becerisine ve genel bilişsel işlevlerine onarılamaz şekilde olmasa bile önemli ölçüde zarar vermelidir. Geleneksel anlayışa göre, beynin o yarım küresi tarafından sağlanan tüm işlevler artık yerine getirilemeyecek ve çocuk bir şekilde zihinsel olarak eksik veya parçalanmış kalacaktır.
Anıların beyinde depolandığını varsayarsak, bu ameliyattan sonra bu çocukların beyinlerinin çıkarılan kısmına ait anıları kaybetmiş olmaları gerekirdi. Yine de sonuçlar şaşırtıcıydı ve bir kez daha geleneksel düşünceye meydan okudu.
J.H.U.'dan Dr. Eileen P. G. Vining, operasyon geçiren 54 çocuğu inceledi ve “hafızanın korunması ve çocukların kişiliklerinin ve mizah anlayışlarının korunması” karşısında hayrete düştü. Araştırmanın yeni bir versiyonu 2003 yılında Johns Hopkins Üniversitesi tarafından 1975-2003 yılları arasında ameliyat olan 111 çocuk üzerinde yapılmıştır. Bu 111 çocuğun %86'sı nöbet geçirmiyordu ya da artık ilaç tedavisine ihtiyaç duymuyordu.
Daha fazla kanıt için, hidrosefali olarak bilinen durum konusunda dünyanın en iyi uzmanlarından biri olan Dr. John Lorber'in çalışmalarına bakabiliriz. Hidrosefali, beyni çevreleyen ve yastıklayan beyin omurilik sıvısının akışındaki bir sorundan kaynaklanır ve bu akışta bir tıkanıklık olduğunda, bireyin kafatası içindeki basınç artar. Hidrosefali kelimenin tam anlamıyla “beyinde su birikmesi” anlamına gelir ve bu durumda beyin şişmesi çoğu zaman beyin dokusunun dramatik bir şekilde sıkışmasına neden olur.
Dr. Lorber bu rahatsızlığa sahip toplam 253 kişi üzerinde çalışmıştır. En ağır vakalarda, beyindeki basınç o kadar yüksek bir seviyeye çıkıyordu ki, beyin dokusu sıkışıyor ve hastaya orijinal beyin dokusunun sadece bir kısmı kalıyordu. Dr. Lorber'in çalışmasında 9 kişi, toplam beyin dokularının sadece %5'inin kaldığı bir ciddiyet seviyesine ulaştı. Bu, hastanın beyninde nöronlarının, beyin hücrelerinin, sinapslarının ve benzerlerinin yalnızca %5'inin mevcut olduğu anlamına gelmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde, beyin dokusunun %5'inden daha azına sahip olan 9 kişiden 4'ünün IQ'su 100'ün üzerindeydi ve 9 kişiden 2'sinin IQ'su 126'dan yüksekti (ortalamanın üzerinde). Başka bir deyişle, bu kişilerin %66,6'sı toplumun iyi ve işlevsel üyeleriydi.
Beyin dokusundaki ciddi kayıp göz önüne alındığında akla gelen soru şudur: Bu nasıl mümkün olabilir? Neredeyse hiç beyni olmayan insanlar, bırakın ortalamanın üzerinde olmayı, nasıl zeki olabilirler? Eğer çocukların beyinlerinin yarısı alınabiliyor ve buna rağmen hafızaları ve kişilikleri korunabiliyorsa ve beyin dokusunun %5'inden daha azına sahip olan insanlar ortalamanın üzerinde bir zeka ile işlev görebiliyorsa, o zaman beynin bilincin kaynağı değil de ifade edildiği bilincin bir aracı olmaktan başka gerçek amacı nedir?
Ayrıca anılarımızın beyinde depolandığına dair iddiaları destekleyecek hiçbir somut kanıt yoktur ve beyinde hiçbir zaman bir anı keşfedilmemiştir. Satanistler olarak, yaşamlarımızın her bir anının ruhlarımızda saklandığını biliyoruz. Yalnızca bu yaşamdaki değil, geçmiş yaşamlardaki anıları da tüm ayrıntılarıyla hatırlama yeteneğine sahibiz. Eğer beyinlerimiz gerçekten sadece bilinç alıcılarıysa, o zaman bu durum geçmiş yaşamlara dönüşün neden mümkün olduğunu, büyü kullanımıyla zekânın neden geliştirilebildiğini, neredeyse %100 doğru anılara sahip insanların kaydedilmiş çeşitli vakalarını ve benzerlerini açıklar. Sürekli ilerleme ve artan ruh-beden bağlantısı sayesinde, bu tür yetenekler yalnızca mümkün olmakla kalmayıp, bir zamanlar tamamen normal ve doğuştan hakkımız olarak görülüyordu.
Beynin farklı bölgelerinin ruhun farklı bölümlerine erişimden sorumlu olduğuna inanıyorum. Beyin hasar gördüğünde, ruh ve beden arasındaki bağlantı bozulur ve kişi beynin hasarlı kısmının yönettiği yeteneklere erişimini kaybeder.
Tüm bunlardan birçok önemli sonuç çıkarılabilir. Bizler fiziksel bedenlerimizden çok daha fazlasıyız. İçinde yaşadığımız ve beden dediğimiz şey, gerçekliğin fiziksel düzleminde yalnızca bizim aracımız olarak hizmet eder. Asıl önemli olan onun aracılığıyla ifade edilen ruhun niteliğidir. Bir insanı eşsiz ve özel kılan bedeni ya da beyni değil, ruhudur. Doğum haritasını inceleyen herkes bunu anlar.
Artık yukarıdakilerin hepsi ile temeli oluşturduğumuza göre, zihinlerimizin çevremizi ve yaşadığımız hayatları nasıl yarattığına geçebiliriz.
Kuantum fiziğinin temel ilkelerinden biri, düşüncelerimizin gerçekliği belirlediğidir. Bu, 1900'lerin başında “çift yarık deneyi” adı verilen bir deneyle kanıtlanmıştır. Kuantum düzeyinde enerjinin (parçacıkların) davranışını belirleyen faktörün gözlemcinin farkındalığı olduğunu buldular.
Örneğin, aynı koşullar altında elektronlar, tamamen gözlemcinin ne olmasını beklediğine bağlı olarak, bazen parçacıklar gibi, bazen de dalgalar (biçimsiz enerji) gibi davranıyordu. Gözlemci ne olacağına inanmışsa kuantum alanı da onu yapmıştır.
Kuantum fizikçilerinin kuantum dünyasını ele almakta, açıklamakta ve tanımlamakta bu kadar zorlanmalarının nedeni budur. Bizler kelimenin tam anlamıyla yaratılışın efendileriyiz çünkü tüm olasılıklar alanından neyin tezahür edip biçimleneceğine biz karar veririz.
Dolayısıyla, dünyanın mevcut durumu kolektif insan bilincinin gerçekliği birlikte yaratmasının bir sonucudur ve insanlığın faaliyet gösterdiği ortalama titreşimin doğrudan bir temsilidir.
Bu da gerçekliğimizi bir algıdan ziyade bir projeksiyon hâline getirmektedir. Şu anki kuantum fiziği anlayışımız, kaynak —bilinç— olmadığında hiçbir şeyin var olamayacağını öne sürmektedir. Bunu Azazel'in Yüksek Rahibe Maxine'e söylediği şu sözden anlayabiliriz:
Bu evrendeki her şey ve herkes kuantum seviyesinde birbirine bağlıdır, tıpkı bir havuzdaki insanların içinde bulundukları su ile “bağlı” olmaları gibi. Fiziksel mesafeden bağımsız olarak anında telepatik iletişime, uzaktan görmeye, arzuları kendine çekmeye, lanetlemeye ve diğer pek çok ruhsal yeteneğe izin veren şey budur.
İnsanın enerji alanı (aura) sürekli olarak etrafımızdaki kuantum alanıyla etkileşime girer ve onu etkiler. Her insan farkında olsun ya da olmasın bunu bir dereceye kadar yapar. Hepimizin ruhu vardır ve ruhun gücü ve temizliği çevremizi ne kadar iyi ve ne ölçüde etkileyebileceğimizi belirler. Bunu Dünya'daki her insanı kapsayacak şekilde büyüttüğümüzde, bizim ve diğer herkesin enerjisi arasında sürekli bir çekişme olduğunu, hepsinin aynı hedefler ve arzular için yarıştığını fark ederiz.
Kişi ruhsal gelişiminden vazgeçerse, sonsuza dek diğer herkes karşısında dezavantajlı, kurban ve kaderin insafına kalmış olacaktır. Bizler öncelikle ruhani varlıklarız ve bu iki dünyayı birbirinden ayıramayız. Yukarıda olduğu gibi, aşağıda da (As above, so below). Şeytan'ın Sevinci herkese kendilerini yükseltmeleri ve ilerletmeleri için gereken araçları ücretsiz olarak vermiştir. Kişinin tek yapması gereken bunları uygulamaktır.
_________________________________________________________________________________________________________________________________________
Bu makaleyi, başlangıçta amaçladığım gibi sadece birkaç bağımsız kavram olarak sunmak yerine, ihtiyacı olanlara göz açıcı ve moral verici olacak şekilde yazdım. Bununla birlikte, buradaki bilgilerin çoğu oldukça yeni ve forumlarda gördüklerimden farklı ve bu sadece benim kendi yorumum. Oldukça ilginç bir konu olduğunu düşündüğüm için, bu konuyu tartışmak isteyen herkesin sahip olabileceği herhangi bir girdi veya düşünceyi paylaşmasını çok isterim.
Sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ederim!
_________________________________________________________________________________________________________________________________________
Notlar & Referanslar:
Bu makalede “zihin”, “kişinin ruhundan kaynaklanan bilinç ve düşünce yetisi” olarak tanımlanmıştır.
Thoth'un Öğretileri, Bölüm 2 - Yüksek Rahibe Maxine Dietrich'in Sesli Vaazı
Brandon West'ten Exploring the Nature of Mind and our Holographic Brain
Brandon West'ten Proof That Your Body is a Projection of Your Consciousness
Bu makalenin amacı, bir Spiritüel Satanistin ilerlememek için sahip olabileceği tüm bahaneleri ortadan kaldırmak ve kişinin nihai sorumluluğunun kendisine ait olduğunu göstermektir. Bilinçli olmamızın ve bu yaşamı deneyimleyebilmemizin tek nedeninin ruhumuz olduğunu açıklayacak ve onun sahip olduğu inanılmaz yaratıcı gücü kelimelere dökmeye çalışacağım.
Büyümenin yollarını aramak yerine forumlara gelip Satanizm'in neden kendilerine göre olmadığı, 2 hafta boyunca meditasyon yaptıktan sonra hiçbir sonuç alamadıklarını ya da her zaman motivasyonsuz oldukları ve hiçbir şey yapamadıkları hakkında koca koca yazılar yazan insanlar görmekten nefret ediyorum. İhmal etmeyi seçtikleri ve cehaletten solup gitmesine izin verdikleri ruhlarının hayatlarının her yönünü yaratmaktan sorumlu olduğunu anlamıyorlar.
Ruhlarımızla gerçekte ne kadar temas hâlinde olduğumuzu göstermek için, öncelikle düşüncelerimizin ve kimliğimizin kaynağı olduğuna inandığımız beynin kendisinin aslında sadece bir araç, bilincin bir alıcısı olduğu ancak kaynağı olmadığı ve insan zihninin beyinde, internetin dizüstü bilgisayarınızda veya modeminizde olduğundan farklı olmadığı fikrini inceleyeceğim. Ardından, etrafımızdaki dünyayı etkileme ve yaratma gücümüzün arkasındaki mekaniğin kısaca üzerinden gideceğim.
“Benim beynim sadece bir alıcıdır. Evrende bilgi, güç ve ilham aldığımız bir kaynak vardır. Bu kaynağın sırlarına nüfuz etmedim ancak var olduğunu biliyorum.” - Nikola Tesla
Wilder Penfield adında Kanadalı bir beyin cerrahının araştırmaları, 1930'lardan 1970'lere kadar epileptik hastalarla yaptığı ve beynin, hafızanın ve zihnin iç işleyişinin yanı sıra bunların etkileşimleri hakkında kendisine benzersiz bir içgörü sağlayan çalışmalarıyla dikkat çekmektedir.
Beyin ameliyatı sırasında, beyin açığa çıkarıldıktan sonra, “yumuşak” bir elektrik akımı üreten bir elektrot kullanarak beynin bölgelerini uyarabileceğini ve belirli, tekrarlanabilir ve çoğu zaman büyüleyici sonuçlar alabileceğini keşfetti. Hastaların prosedür boyunca bilinçleri açık tutuldu, böylece doktorlar operasyon boyunca bir konuşma gerçekleştirebildi ve bu elektrik akımlarının üreteceği deneyimin doğası hakkında anında geri bildirim alabildi.
Bir vakada, uyarılan bir bölge, bir adamın sadece piyano çalındığını duymasına değil, aynı zamanda önünde oturan adamın piyano çaldığını görmesine de neden oldu. Bir başka vakada, bir çocuk bir sandalyede oturup şarkı söyleyen adamlar gördüğünü bildirmiş, bir başka vakada ise hasta tam bir orkestra duymuştur.
Tüm vakalarda, hastalar olayları genellikle bir anıyı hatırladığınız gibi değil, ki bu genellikle geçici bir zihinsel görüntüdür, aksine o kadar açık ayrıntılarla hatırladılar ki sanki söz konusu olayı yeniden yaşıyorlardı. Bazı hastalar kelimenin tam anlamıyla önlerindeki insanları görmüş ve onları sanki gerçekten oradaymışlar gibi net bir şekilde duymuşlardır. Geçmiş olayları mükemmel bir şekilde hatırlıyor ve görsel vakalarda 3 boyutlu veya holografik hafızaya sahip görünüyorlardı.
Dr. Penfield'in ifadesiyle, sanki zihin “bilinç ekranına bir anı ya da rüya yansıtabiliyordu”. Dahası, bireylerin beyinlerini uyardığında ve bir şey hatırladıklarında - bir görüntü, bir ses veya bir his - bu anıların her zaman o anda onlara eşlik eden düşünce süreçleri tarafından takip edildiğini buldu. Dolayısıyla, beynimizin duyusal verileri bütün bir birim olarak kaydettiği sonucuna varılabilir.
İlginç olan bir diğer şey ise, geri getirilen olayların tamamen sıradan olması, yani genellikle hiçbir önemi olmayan sıradan olaylar olması. Bu da beynimizin aslında hayatımızın her ayrıntısını, hatta sıradan olanları bile kaydettiğini ve eğer bunlardan nasıl faydalanacağımızı, başka bir deyişle zihnimizin tüm potansiyelini nasıl kullanacağımızı bilirsek, bu bilgilere tamamen erişebileceğimizi göstermektedir.
Wilder Penfield, eğer beyin gerçekten de tüm deneyimlerimizi kaydediyorsa, o zaman bu geniş bilgi ve hafıza arşivine girdiğimizde, yaşamımız boyunca kaydedilen çok miktarda bilgi göz önüne alındığında, sıradan olaylarla karşılaşmamızın doğal olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca, hastaların ameliyat sırasında derin anestezi altında olması gibi, beyin uykudayken bile zihnin hafızayı koruduğunun görüldüğünü, nüfusun yaklaşık yüzden birinin doktorların ne söylediğini ve hatta prosedürün bazı ayrıntılarını hatırladığını belirtti.
“Derin anestezi altında, neredeyse hiç yüksek beyin dalgası yoktur, bu da serebral korteksin bir cerrahın ne söylediğini hatırlamak gibi karmaşık bir şeyi başarmasını imkânsız hâle getirir.”
Wilder Penfield'in yaklaşık 40 yıl süren araştırmalarının ardından zihnin beyinden ayrı bir şey olduğu ve çalışmak için beyne ihtiyaç duymadığı sonucuna varmasının nedenlerinden biri de budur. Bunun kanıtı, beyin dokusu ve hatta tüm yarım küresi alınan hastalarda görülebilir.
Johns Hopkins Üniversitesi (J.H.U.) tarafından yürütülen bir çalışmada, beyin hasarlı çocukların beyinlerinin hasarlı yarım kürelerini çıkartarak zeka düzeylerini ve fiziksel koordinasyonlarını geliştirebileceklerini buldular. Özünde, çocukların beyninin hasarlı kısmını tam anlamıyla kesip çıkardılar.
Beyinle ilgili mevcut anlayışımıza göre, bu operasyon çocuğun hafıza oluşturma ve hafızada tutma becerisine ve genel bilişsel işlevlerine onarılamaz şekilde olmasa bile önemli ölçüde zarar vermelidir. Geleneksel anlayışa göre, beynin o yarım küresi tarafından sağlanan tüm işlevler artık yerine getirilemeyecek ve çocuk bir şekilde zihinsel olarak eksik veya parçalanmış kalacaktır.
Anıların beyinde depolandığını varsayarsak, bu ameliyattan sonra bu çocukların beyinlerinin çıkarılan kısmına ait anıları kaybetmiş olmaları gerekirdi. Yine de sonuçlar şaşırtıcıydı ve bir kez daha geleneksel düşünceye meydan okudu.
J.H.U.'dan Dr. Eileen P. G. Vining, operasyon geçiren 54 çocuğu inceledi ve “hafızanın korunması ve çocukların kişiliklerinin ve mizah anlayışlarının korunması” karşısında hayrete düştü. Araştırmanın yeni bir versiyonu 2003 yılında Johns Hopkins Üniversitesi tarafından 1975-2003 yılları arasında ameliyat olan 111 çocuk üzerinde yapılmıştır. Bu 111 çocuğun %86'sı nöbet geçirmiyordu ya da artık ilaç tedavisine ihtiyaç duymuyordu.
Daha fazla kanıt için, hidrosefali olarak bilinen durum konusunda dünyanın en iyi uzmanlarından biri olan Dr. John Lorber'in çalışmalarına bakabiliriz. Hidrosefali, beyni çevreleyen ve yastıklayan beyin omurilik sıvısının akışındaki bir sorundan kaynaklanır ve bu akışta bir tıkanıklık olduğunda, bireyin kafatası içindeki basınç artar. Hidrosefali kelimenin tam anlamıyla “beyinde su birikmesi” anlamına gelir ve bu durumda beyin şişmesi çoğu zaman beyin dokusunun dramatik bir şekilde sıkışmasına neden olur.
Dr. Lorber bu rahatsızlığa sahip toplam 253 kişi üzerinde çalışmıştır. En ağır vakalarda, beyindeki basınç o kadar yüksek bir seviyeye çıkıyordu ki, beyin dokusu sıkışıyor ve hastaya orijinal beyin dokusunun sadece bir kısmı kalıyordu. Dr. Lorber'in çalışmasında 9 kişi, toplam beyin dokularının sadece %5'inin kaldığı bir ciddiyet seviyesine ulaştı. Bu, hastanın beyninde nöronlarının, beyin hücrelerinin, sinapslarının ve benzerlerinin yalnızca %5'inin mevcut olduğu anlamına gelmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde, beyin dokusunun %5'inden daha azına sahip olan 9 kişiden 4'ünün IQ'su 100'ün üzerindeydi ve 9 kişiden 2'sinin IQ'su 126'dan yüksekti (ortalamanın üzerinde). Başka bir deyişle, bu kişilerin %66,6'sı toplumun iyi ve işlevsel üyeleriydi.
Beyin dokusundaki ciddi kayıp göz önüne alındığında akla gelen soru şudur: Bu nasıl mümkün olabilir? Neredeyse hiç beyni olmayan insanlar, bırakın ortalamanın üzerinde olmayı, nasıl zeki olabilirler? Eğer çocukların beyinlerinin yarısı alınabiliyor ve buna rağmen hafızaları ve kişilikleri korunabiliyorsa ve beyin dokusunun %5'inden daha azına sahip olan insanlar ortalamanın üzerinde bir zeka ile işlev görebiliyorsa, o zaman beynin bilincin kaynağı değil de ifade edildiği bilincin bir aracı olmaktan başka gerçek amacı nedir?
Ayrıca anılarımızın beyinde depolandığına dair iddiaları destekleyecek hiçbir somut kanıt yoktur ve beyinde hiçbir zaman bir anı keşfedilmemiştir. Satanistler olarak, yaşamlarımızın her bir anının ruhlarımızda saklandığını biliyoruz. Yalnızca bu yaşamdaki değil, geçmiş yaşamlardaki anıları da tüm ayrıntılarıyla hatırlama yeteneğine sahibiz. Eğer beyinlerimiz gerçekten sadece bilinç alıcılarıysa, o zaman bu durum geçmiş yaşamlara dönüşün neden mümkün olduğunu, büyü kullanımıyla zekânın neden geliştirilebildiğini, neredeyse %100 doğru anılara sahip insanların kaydedilmiş çeşitli vakalarını ve benzerlerini açıklar. Sürekli ilerleme ve artan ruh-beden bağlantısı sayesinde, bu tür yetenekler yalnızca mümkün olmakla kalmayıp, bir zamanlar tamamen normal ve doğuştan hakkımız olarak görülüyordu.
Beynin farklı bölgelerinin ruhun farklı bölümlerine erişimden sorumlu olduğuna inanıyorum. Beyin hasar gördüğünde, ruh ve beden arasındaki bağlantı bozulur ve kişi beynin hasarlı kısmının yönettiği yeteneklere erişimini kaybeder.
Tüm bunlardan birçok önemli sonuç çıkarılabilir. Bizler fiziksel bedenlerimizden çok daha fazlasıyız. İçinde yaşadığımız ve beden dediğimiz şey, gerçekliğin fiziksel düzleminde yalnızca bizim aracımız olarak hizmet eder. Asıl önemli olan onun aracılığıyla ifade edilen ruhun niteliğidir. Bir insanı eşsiz ve özel kılan bedeni ya da beyni değil, ruhudur. Doğum haritasını inceleyen herkes bunu anlar.
Artık yukarıdakilerin hepsi ile temeli oluşturduğumuza göre, zihinlerimizin çevremizi ve yaşadığımız hayatları nasıl yarattığına geçebiliriz.
Kuantum fiziğinin temel ilkelerinden biri, düşüncelerimizin gerçekliği belirlediğidir. Bu, 1900'lerin başında “çift yarık deneyi” adı verilen bir deneyle kanıtlanmıştır. Kuantum düzeyinde enerjinin (parçacıkların) davranışını belirleyen faktörün gözlemcinin farkındalığı olduğunu buldular.
Örneğin, aynı koşullar altında elektronlar, tamamen gözlemcinin ne olmasını beklediğine bağlı olarak, bazen parçacıklar gibi, bazen de dalgalar (biçimsiz enerji) gibi davranıyordu. Gözlemci ne olacağına inanmışsa kuantum alanı da onu yapmıştır.
Kuantum fizikçilerinin kuantum dünyasını ele almakta, açıklamakta ve tanımlamakta bu kadar zorlanmalarının nedeni budur. Bizler kelimenin tam anlamıyla yaratılışın efendileriyiz çünkü tüm olasılıklar alanından neyin tezahür edip biçimleneceğine biz karar veririz.
Dolayısıyla, dünyanın mevcut durumu kolektif insan bilincinin gerçekliği birlikte yaratmasının bir sonucudur ve insanlığın faaliyet gösterdiği ortalama titreşimin doğrudan bir temsilidir.
Bu da gerçekliğimizi bir algıdan ziyade bir projeksiyon hâline getirmektedir. Şu anki kuantum fiziği anlayışımız, kaynak —bilinç— olmadığında hiçbir şeyin var olamayacağını öne sürmektedir. Bunu Azazel'in Yüksek Rahibe Maxine'e söylediği şu sözden anlayabiliriz:
“Evrenin üçgen şeklinin ötesinde, bilincin sonu vardır.”
Bu evrendeki her şey ve herkes kuantum seviyesinde birbirine bağlıdır, tıpkı bir havuzdaki insanların içinde bulundukları su ile “bağlı” olmaları gibi. Fiziksel mesafeden bağımsız olarak anında telepatik iletişime, uzaktan görmeye, arzuları kendine çekmeye, lanetlemeye ve diğer pek çok ruhsal yeteneğe izin veren şey budur.
İnsanın enerji alanı (aura) sürekli olarak etrafımızdaki kuantum alanıyla etkileşime girer ve onu etkiler. Her insan farkında olsun ya da olmasın bunu bir dereceye kadar yapar. Hepimizin ruhu vardır ve ruhun gücü ve temizliği çevremizi ne kadar iyi ve ne ölçüde etkileyebileceğimizi belirler. Bunu Dünya'daki her insanı kapsayacak şekilde büyüttüğümüzde, bizim ve diğer herkesin enerjisi arasında sürekli bir çekişme olduğunu, hepsinin aynı hedefler ve arzular için yarıştığını fark ederiz.
Kişi ruhsal gelişiminden vazgeçerse, sonsuza dek diğer herkes karşısında dezavantajlı, kurban ve kaderin insafına kalmış olacaktır. Bizler öncelikle ruhani varlıklarız ve bu iki dünyayı birbirinden ayıramayız. Yukarıda olduğu gibi, aşağıda da (As above, so below). Şeytan'ın Sevinci herkese kendilerini yükseltmeleri ve ilerletmeleri için gereken araçları ücretsiz olarak vermiştir. Kişinin tek yapması gereken bunları uygulamaktır.
_________________________________________________________________________________________________________________________________________
Bu makaleyi, başlangıçta amaçladığım gibi sadece birkaç bağımsız kavram olarak sunmak yerine, ihtiyacı olanlara göz açıcı ve moral verici olacak şekilde yazdım. Bununla birlikte, buradaki bilgilerin çoğu oldukça yeni ve forumlarda gördüklerimden farklı ve bu sadece benim kendi yorumum. Oldukça ilginç bir konu olduğunu düşündüğüm için, bu konuyu tartışmak isteyen herkesin sahip olabileceği herhangi bir girdi veya düşünceyi paylaşmasını çok isterim.
Sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ederim!
_________________________________________________________________________________________________________________________________________
Notlar & Referanslar:
Bu makalede “zihin”, “kişinin ruhundan kaynaklanan bilinç ve düşünce yetisi” olarak tanımlanmıştır.
Thoth'un Öğretileri, Bölüm 2 - Yüksek Rahibe Maxine Dietrich'in Sesli Vaazı
Brandon West'ten Exploring the Nature of Mind and our Holographic Brain
Brandon West'ten Proof That Your Body is a Projection of Your Consciousness